Kınayalım arkadaşlar, la la lalla, lal lal la
İstanbul'da bir lojmanı işgal ettiği halde, depremzedelerden alınıp bürokratlara verilen deprem konutlarına taşınma hazırlığı yaparken protestolarla karşılaşan Kocaeli Milli Eğitim Müdürü Nevzat İspirli, kiralık ev arıyormuş. İki lojmanı da boşaltacağını söyleyen İspirli gördüğü tepki nedeniyle üzgün.
Evet işte, budur. Müdür, kınanmaya müstehak bir iş eylemiş, ahali de onu alem içine çıkamayacak duruma sokmuş. Öyle sokmuş ki, adam utanç içinde itibarını geri kazanabilmeyi beyhude umarak lojmanları boşaltmaya başlamış.
Kollektif aklın parçalanmışlığı yüzünden, buradaki ahlaki yargılamayı, bu yargılamaya dayanak oluşturan anayasayı, benzer bi'dolu olayı da yargılamak için devreye sokamıyoruz.
Şöyle;
Akşam Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni, Türkiye'de oynanan en büyük ligi, Turkcell Ligi diye anmaktan kaçınılmasının haksızlık olduğunu, yasalara aykırı olduğunu ve rekabet eşitsizliğine yol açtığını söylüyor.
Normal olarak bu sözlerin şöyle bir olayın ardından söylendiğini düşünmeliyiz. Turkcell adına Futbol Federasyonu'na para vermeye gelen Akşam yöneticisi karakteri düşünün. Liglerinin, onlar tarafından seçilmemiş biri tarafından satın alınmak üzere olduğunu öğrenen ahali, federasyonun önündeki geniş alanda toplanarak, yolları trafiğe kapatıyor. Arka kapıdan kaçırılmaya çalışılan Akşam yöneticisi, her nasılsa rastladığı bir kaç protestan tarafından çürük domates yağmuruna tutuluyor.
Küçükkaya bu lafları, elbisesindeki domates lekelerinin üzerine tuz serpelemeye çalışırken biraz sık nefes alarak ve dozunda bir aceleyle kendisine uzatılan mikrofonlara söylüyor.
"Ligimizin üstünde senin ofisinin adının ne işi var ülen gavat. Bu ne saçmalık, tuhaflık ve acayipliktir. Kaldır onu oradan!" diyenlere, "Top benim değil mi? Para saydım aldım. İstemezsem oynatmam" diyor.
Şimdi ne yapacağız?
Top sahiden onundur. Alır giderse biz burada isim hayvan oynarız.
Şöyle bir formül bulunabilir belki. Konuşuruz, topunu vermesi karşılığında ona kaleye geçmeyi teklif ederiz.
Bunu, daha önce kaleye yazılmış çocuğun, "Ne yani abi, değil topla, yuvarlak hiç bir nesneyle faul yapmadan temas edemeyen bu kazmayı mı, bana tercih ediyorsunuz?" şeklindeki itirazlarına rağmen yapmak durumundayız.
Kırgın bir ses tonuyla ve kaş göz işaretlerinin ustalıkla kullanımı sayesinde güçlendirilmiş bir ifadeyle şu sözleri söylemeyi bitirdiğinde sesi, yüzümüze kapatılmış telefonun ardından çınlamaya devam eden sesinki gibi çınlar: "Yarın bununla da yetinmeyecek. Hatta bir gün, forvet oynamak isteyecek. Derken kimin oynayıp kimin oynamayacağı ona sorulur olacak. Beni bir daha aramayın"...
Kınamak, biz arkasında gözü olmayanların sadece en güçlü değil, aynı zamanda tek silahı. Neden ve nasıl, neye istinaden anlayabilmiş değilim ama tuzu kuru olanlar kınanmak istemiyor. "Ahlaka aykırı"yla, "müstehcen"in, sık sık birbirlerinin yerine kullanıldığını daha önce farketmemiş miydiniz? Aynıdır da ondan.
Bizim olanın bizde kalması için...
Hiç yorum yok: