Eylül 'yağma'sı
Sadece ekonomik krizden değil, her türlü ahlak tökezlemesinden çıkış için basit ve şık bir çözüm ararken hırsızlığın suç olmaktan çıkarılması teklifini akletmiş biri olarak, sel sularının kapıp getirdiği malların yağmalanması görüntülerini suskun seyretmem beklenemezdi. Görüntülerin ilgimi çektiğini tahmin edersiniz. Haliç'teki denizin renginin, eşyaları getiren suyun rengiyle benzerliğini farketmemi bu ilgiye borçluyum mesela. Köprüde olta sarkıtmış bekleyenlerin sayısında azalma yoktu. Buzdolabı çekmeyi umduklarını sanmam.
Belediye başkanının "gezegen" adındaki bir mahallede işlerin rayından çıktığını haber veren beyanatı da gayet ilginçti. Güneş sistemini kastettiğini anlayabilmem zaman aldı. Galaksi seçimlerine adaylığını koymayı düşünüyor olabileceğine hükmettim.
Kuşku yok ki, güzel ahlak vaz'eden nur yüzlü televizyon spikerlerinin azarlama dağarcığı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayan bu görüntülerle, önerimin hayata geçirilmesinde geç kalınmış olması yüzünden karşılaşıyoruz. Kuşku yok; evet. Hırsızlık daha önce serbest bırakılmalıydı; bunların hiç birisiyle karşılaşmayacaktık. Boşuna kızdırdık ince kaşlı ahlak zabıtalarını.
O, çamurlu suya bulandığı için artık beyazdan ziyade kahverengi ev eşyası adıyla sınıflandırabileceğimiz emtianın sular tarafından nereye kadar götürülebiliyorsa oraya gitmesine neden şiddetle taraftar olunuyor; tarafımdan anlaşılamayan noktalardan biri de budur. O eşyaların selden önce kurulu bulundukları banyolara veyahut mutfaklara iade olunabilecekleri mi düşünülüyor? Yüksekçe bir yerden, eşya avlayan "yağmacılar"ı kınayan bakışlarla takip eden bir takım zevat mesela "Türk milletine bu davranış yakışmadı" diyordu. Milleti onlardan daha iyi tanıdığımı iddia edecek değilim ama onlar ellerini göğüslerinde kavuşturup imaj denerlerken ötekiler suyun içindeler. Belki aralarında eşyayı kurtarıp sahibine geri götürmek niyetiyle hareket edenler var. Olamaz mı yani? Hatta belki eşyanın bizzat sahibi olup da peşinden seğirtmiş ve ancak yakalayabilmiş garibim, o bakışlar yüzünden gözünün önünde sürüklenip giden canım porselen takımına hamle edemiyor. Hayır, muhabir de mikrofonunu eskrimci gibi kullanıyor. Yakalasa bittin. Kimseye anlatamazsın.
60 küsür kişinin yağmacılıktan gözaltına alındığı haberini müjdelerken spikerlerin çatılan kaşları bir miktar düzeldi. İyi oldu ama. Yoksa bu çatık kaşlar hıncını benden çıkaracaktı. Neden üstüme alınıyorduysam, öyle bir korkuya kapılmıştım. Bu haberden sonra, "yağma" denilerek kastedilen şeyin yağmur yağmasıyla sıkı bir ilişki içinde anlaşılması gerektiğine hükmettim. Derinden kavradım ki; 9 Eylül'deki yağmur, 6-7 Eylül 1955'te de yağsaydı, işler öyle olmayabilirdi. Kadir Topbaş'ın söylediği doğru. Gezegenin iklimi bi' tuhaf oldu. Eskiden Eylül'ler böyle başlamazdı.
Belediye başkanının "gezegen" adındaki bir mahallede işlerin rayından çıktığını haber veren beyanatı da gayet ilginçti. Güneş sistemini kastettiğini anlayabilmem zaman aldı. Galaksi seçimlerine adaylığını koymayı düşünüyor olabileceğine hükmettim.
Kuşku yok ki, güzel ahlak vaz'eden nur yüzlü televizyon spikerlerinin azarlama dağarcığı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayan bu görüntülerle, önerimin hayata geçirilmesinde geç kalınmış olması yüzünden karşılaşıyoruz. Kuşku yok; evet. Hırsızlık daha önce serbest bırakılmalıydı; bunların hiç birisiyle karşılaşmayacaktık. Boşuna kızdırdık ince kaşlı ahlak zabıtalarını.
O, çamurlu suya bulandığı için artık beyazdan ziyade kahverengi ev eşyası adıyla sınıflandırabileceğimiz emtianın sular tarafından nereye kadar götürülebiliyorsa oraya gitmesine neden şiddetle taraftar olunuyor; tarafımdan anlaşılamayan noktalardan biri de budur. O eşyaların selden önce kurulu bulundukları banyolara veyahut mutfaklara iade olunabilecekleri mi düşünülüyor? Yüksekçe bir yerden, eşya avlayan "yağmacılar"ı kınayan bakışlarla takip eden bir takım zevat mesela "Türk milletine bu davranış yakışmadı" diyordu. Milleti onlardan daha iyi tanıdığımı iddia edecek değilim ama onlar ellerini göğüslerinde kavuşturup imaj denerlerken ötekiler suyun içindeler. Belki aralarında eşyayı kurtarıp sahibine geri götürmek niyetiyle hareket edenler var. Olamaz mı yani? Hatta belki eşyanın bizzat sahibi olup da peşinden seğirtmiş ve ancak yakalayabilmiş garibim, o bakışlar yüzünden gözünün önünde sürüklenip giden canım porselen takımına hamle edemiyor. Hayır, muhabir de mikrofonunu eskrimci gibi kullanıyor. Yakalasa bittin. Kimseye anlatamazsın.
60 küsür kişinin yağmacılıktan gözaltına alındığı haberini müjdelerken spikerlerin çatılan kaşları bir miktar düzeldi. İyi oldu ama. Yoksa bu çatık kaşlar hıncını benden çıkaracaktı. Neden üstüme alınıyorduysam, öyle bir korkuya kapılmıştım. Bu haberden sonra, "yağma" denilerek kastedilen şeyin yağmur yağmasıyla sıkı bir ilişki içinde anlaşılması gerektiğine hükmettim. Derinden kavradım ki; 9 Eylül'deki yağmur, 6-7 Eylül 1955'te de yağsaydı, işler öyle olmayabilirdi. Kadir Topbaş'ın söylediği doğru. Gezegenin iklimi bi' tuhaf oldu. Eskiden Eylül'ler böyle başlamazdı.
Hiç yorum yok: