Olan biten

Kadir Sarmusak

Askerliğini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı karargahında onbaşı olarak yapan Emniyet İstihbarat Dairesi mensubu. "Köstebek Skandalı" başlığıyla gazetelere geçen olayın kahramanı. Emniyet istihbarat Dairesi adına casusluk yaptığı iddiasıyla Deniz Kuvvetleri Konutanlığı istihbarat Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Konutanlığı Disiplin Mahkemesi, Genelkurmay istihbaratıve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından sorgulandı. Sarmusak, Bülent Orakoğlu'nun Niğde Emniyet Müdürü olduğu dönemde Niğde istihbarat Şubesi'nde polis memuru olarak görev yapıyordu.Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Dairesi tarafından 23 Mayıs 1997 tarihinde alınan ifadesinde Deniz Kuvvetleri'nde askerliğine başlamadan önce emnyiet teşkilatında sol örgütler masasında görev yaptığını, Görev esnasında Niğde İli Emniyet Müdürlüğü kadrosunda İstihbarat Harekat personeli olarak bulunduğunu Bülent Orakoğlu ile tanışıklığının oradan geldiğini, istihbarat çalışmalarının ve emniyet teşkilatıyla ilişkilerinin askerliği süresince de devam ettiğini söyledi.

Sarmusak'ın ifadesi şölye: "Deniz K. K.'lığı Karargâhı'nda göreve başladıktan bir süre sonra istihbarat dairede geçici olarak görevlendirildim. Bu esnada birkaç kez Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ziyarete gittim. Bu ziyaretlerim esnasında İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ile iki kez görüştüm. Bu görüşmelerin birinde daire başkan yardımcılarından Hanefî Avcı ve tanımadığım bir başkan yardımcısı da bulunmaktaydı. Yaptığımız konuşmalarda önce eski görevlerimden ve halen bulunduğum görev yerindeki durumumdan bahsedildi. Herhangi bir şikâyetim olup olmadığı soruldu.

Bundan sonra Deniz Kuvvetleri Karargâhı'ndaki personelin genel siyasi eğilimlerinin hangi doğrultuda olduğu soruldu. Cevaben emniyet teşkilatınca savunulan görüşlerin çoğunun savunulamadığını bildirdim. Bu esnada Hanefî Avcı başkan, amirallerin ve daire başkanlarının özellikle ülkücü ve dinci kesime bakışlarını sordu. Bir darbe olasılığında askeri personelin ve erlerin darbeye nasıl baktıklarını sordu. Cevaben subay ve astsubayların verilen emirlerden dışarı çıkmayacağını ancak erlerin böyle düşünmediklerini bildirdim. İstihbarat Daire başkanı
Bülent Orakoğlu, MGK kararlarının beyninin Güven Erkaya olduğu ve bu kararların hazırlanmasında Deniz K.
K.'lığı İstihbarat Başkanlığı'nın büyük rol oynadığının söylendiğini, bu konudaki hazırlıkların Deniz Kuvvetleri mi, yoksa Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı'nca mı yapıldığını, bu konuda ne düşündüğümü sordu. Cevaben kuvvet komutanının bu konuda daha önce üç teklif verdiğini ve bunun da basına yansıdığını belirttim. Daire Başkanı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda haber elemanı olarak bir subayı kullandıklarını ve ikinci bir haber elemanı kazanmak için de temaslarını sürdürdüklerini ifade etti. Bana başka bir eleman bulabilir miyiz diye sordular.

Karargâhtaki birçok üst rütbeli personel İstihbarat Daire Başkanı ve diğer kuvvetlerdeki ve Genelkurmay İstihbarat başkanları hakkında biyografik bilgilere sahip olduklarını belirtti ve Deniz Kuvvetleri İstihbarat Daire Başkanı biyografisinden örnekler verdi. (Doğum yeri, görev yaptığı yerler gibi). Emniyet Genel Müdürlüğü'ne yaptığım başka bir ziyarette, Teknik Alım Satım Şube Müdürü Mehmet Tomruk İle görüştüm. Mehmet Tomruk'u emniyetteki bir görevim esnasında tanışmıştım. Yaptığımız görüşmede Mehmet Tomruk son günlerde
darbe söylentilerinin olduğunu ve MGK kararlan ile ilgili herhangi bir duyum alıp almadığımı, bu konuda personelin tutumunun ne olduğunu bilip bilmediğimi, uyanık olmamı ve bir duyum aldığımda kendisine bildirmemi İstedi. Cevaben böyle bir bilgi verme durumunda başıma bir şey geldiğinde beni kurtarıp kurtaramayacağını sordum. O da üzerime risk almamamı, sadece duyumları kendisine İletmemi bildirdi. Mehmet Tomrukla bu görüşmeden sonra periyodik olarak üç defa daha görüştüm ve aynı içerikli konuşmalar son görüşmemizde de tekrarlandı ve aynı talep tarafıma yapıldı."

Kadir Sarmusak 29.Mayıs 1997 tarihinde Genelkurmay îstihbaratı'nda alınan İfadesinde şunları söyledi: "Ben İstihbarat Başkanlığı'nda çalışırken Dz. Bnb. Mehmet Aygüner bana bir dinleme cihazı gösterdi. Bu cihazın arızalı olduğunu ve tamir edip edemeyeceğimi sordu. Ben de Enin. Gn. Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanhğı'nın ilgili birimlerinden izin alındığı takdirde yardımcı olabileceğimi söyledim. İstihbarat Başkanı Deniz Kurmay Albay Eser Şahan'ın bilgisi dahilinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ile aralarındaki görüşmeden sonra cihazın tamiri yapıldı.

Bülent Orakoğlu'nu ziyarete gittiğimde bana "Neden bu dinleme cihazını faal hale getirttin? Bunların ne maksatla kullanıldığını bilebiliyor musun? Seni istihbarat sınıfından çıkaracağım" dedi ve bana kızdı. Ben de "Müdürüm orası devletin bir kuruluşu, bildiğiniz gibi ben de elektronikçiyim, böyle bîr malzemenin atıl kalmasına gönlüm razı olmadı. Devletin işi yürüsün düşüncesiyle bu işe giriştim" dedim. Bu görüşmede Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı da vardı. Kendisinden özür dileyerek affımı istedim. O da "Bazı şartlarla affederim" dedi ve şartlarını şöyle sıraladı.

    "1. Son zamanlarda TSK'nin ihtilal yapacağı şeklinde yazılar var. Bu konuda herhangi bir bilgi elde ettiğinde haberim olsun.

    2. Bulunduğun kuvvette iç güvenlikle ilgili hangi konular üzerinde çalışıldığı konusunda bilgi ve belge dönmemi öğütlediler. Bu konuşmalardan sonra izin isteyerek odadan çıktım."


Sarmusak'ın 02 Haziran 1997 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı'nda alınan iki ifadesinden ikincisinin tutanaklarında şunlar yer alıyor:

"İlk olarak alman 02.6.1997 tarihli ifadesindeki hususlara ilaveten; Bu olaydan sonra 1819 Nisan 1997 tarihine kadar Em.GnL Md, İstihbarat Dairesi'nden kimseyle görüşmedim. Ancak bu tarihlerde izine çıktığımda buluşmak üzere sözleşmiş olduğum polis memuru Uğur Kocatepe ve polis memuru Erkan'a (soyadını hatırlamıyor) telefon ederek buluşmaya gidemeyeceğimi, kendi arkadaşlarımla beraber olacağımızı söyledim. Bunun üzerine polis memuru Uğur bana İsth. D. Bşk. Bülent Orakoğlu'nun benimle görüşmek istediğini söyledi Ben de bunun üzerine bahse konu tarihlerde İstihbarat Daire Başkanlığı'na gittim. Takriben 11.00 civarında başkanlığa gelen Bülent Orakoğlu beni makamına çağırdı. Bana hal hatır sorduktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanlığı tarafından bir kısım kamu görevlileri hakkında görüşleri ile ilgili bir araştırmanın yaptırıldığı, bu araştırmanın K.K.Komutanlığı'na sızdırıldığı iddialarının olduğunu belirterek bu konuda bilgim olup olmadığını sordu. Ben de böyle bir konudan malumatım olmadığım söyledim. Bu arada kendisini İçişleri Bakam aradığından iç tarafta bulunan odaya geçti. Bu arada da makam odasına D. Bşk. Yrd. Hanefi Avcı girdi. Hanefî Avcı bana askerliğimin nasıl gittiğini sorarak daha önce ifade ettiğim durumların devam edip etmediğini ve darbe söylentilerinin olup olmadığım sordu. Ben de kendisine suların durulduğunu belirttim, "Halen üzerinizdeki baskı devam ediyor mu" diye sorduğunda da Ramazan bittiği için oruç meselesinin kapandığını ve havaların ısınmaya başlaması nedeniyle de arkadaşların rahat nöbet tuttuğunu belirttim. Bu sırada daha önce söz konusu ettiğim ve tanımadığım D. Bşk. Yardımcısı da acele içeriye girerek İsth. D. Başkan'nı sordu, iç odada olduğunu söylemem üzerine kapıyı çalarak "Bakan bekliyor" dedi. Başkan da "Şu anda kendisiyle görüşüyorum" dedi. Telefonun bitmesini müteakip iç odadan çıkarak bana İçişleri Bakanı'nın kendisini beklediğini, bu nedenle hemen çıkmaları gerektiğini belirtti. Ayrıca, Güvenlik Daire Başkanlığından sızdığı ifade edilen bilgileri kastederek gözümün açık olmasını istedi."

Sarmusak'ın, 04 Haziran 1997 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Disiplin Mahkemesindeki ifadesi ise şöyle tutanaklara geçirildi:

"İstihbarat Daire Başkanlığı'nda bazı görevler sebebiyle Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderildiğim doğrudur. Hatırladığım kadarı ile 21.01.1997 tarihinde ve son zamanlarda birkaç defa bu görevlere gittim. Özellikle buraya basılı yayın, evrak götürdüm. Oradan da elektronik parça temini için gittim. O tarihlerde hatırladığım kadarıyla Em. Gen, Md. Isth.D. Bşk, yeni görevine atanmıştı. Daha önce benim de istihbarat polisi olarak çalışmam nedeniyle tanıdığım daire başkanını ziyaret etme hususunu İsth. Daire Başkanı albayımız söyledi ben de kabul ettim. Hatta bana basında yer alan bazı hususları da İsth. Başkanı'ndan sormamı istemişti. O gün sohbet sırasında genel olarak konuştuk."

.Kadir Sarmusak. 07.7.1997 tarihinde Deniz K.K.'lığı Askeri Savcıhğı'na verdiği ifadede şunları söylemişti:

Ben karargâhta Güvenlik Ks. Amirliği'nde Müh. Onb. olarak görevli idim. Kasım veya Aralık 96 aylarında olabilir, B kapı nöbeti tutuyordum. Hakan Pelit Yzb. beni binadan içeri girerken gördü, "Sen istihbaratçı mısın" diye sordu Bilahara da sorusunu düzeltti, "Sizde bir istihbaratçı varmış" diye söyledi, cevaben o istihbaratçının ben olduğumu bildirdim. "Müsait olduğun zaman odama gel" dedi ve gitti. Nöbetimi bırakır bırakmaz İKK'ye çıktım. Burada Hakan Pelit yüzbaşıyı gördüm. Burada Mehmet Aygüner binbaşı da vardı. Bana hitaben "Sana çok gizli bir şey göstereceğiz, bize yardımcı olur musun" dediler. Mehmet Aygüner yanlış oldu. Hakan Pelit Yzb. bana "İstihbarat okulundayken em. müdürlerinizin göstermiş olduğu dinleme cihazlarını gördüm. Bizde de ona benzer bir cihaz var ancak çalıştıramıyoruz, bu cihazdan anlar mısın" diye sordu. Bana cihazı gösterdiler. Cihazı inceledim, devrelerinin hasar gördüğünü tespit ettim. İmkân verilirse yapabileceğimi bildirdim. Mehmet Binbaşı elektronik atölyesine telefon etti, benim adını verdiğim malzemeleri sordu, karşıdan olmadığını bildirdiler. Bunun üzerine bana bunun tamirini yapıp yapamayacağımı sordu. Ben de İsth D. Başkanımızla görüşüldüğünde bunun mümkün olabileceğini söyledim. Bu sırada İstihbarat Daire Başkanımız Emin Aslan'dı. Bana, "Biz biraz düşünelim" diyerek beni gönderdiler. Bir hafta sonra Mehmet Binbaşı beni tekrar çağırdı. Mustafa Aydın Daire Başkan Yardımcısı'ndan randevu aldığını söyleyerek beni araç komutanı olarak çağırttı, araba ile birlikte İstihbarat Daire Başkanlığı'na gittik. Ben arabanın yanında kaldım, kendisi içeriye girdi, bir saat sonra dışarı çıktı. Bana önce Mustafa Aydın ile görüştüğünü, onun çok yardımcı olduğunu, araç tamiri işi ile görevli olan Hanefi Avcı'ya gönderdiğini, Hanefi Avcı'nın da arkadaşların bir kontrol etmesi ve aracın teknik şubeye götürülmesi gerektiğini söyledi. Araç 200 kiloya yakın ağırlıkta idi. 6 kişi birlikte cihazı araca yükleyerek götürdük. Ağır olduğu için indirip bindirme sırasında ufak tefek hasarlar gördü. Orada yapılan kontrollerde cihazın taşıma esnasında hasar görmemesi için bulunduğu yerde onarılmasının uygun olacağına karar verildi. Bunun üzerine cihaz tekrar İKK şubeye getirildi. Emniyet'ten gelen iki teknik elemanla birlikte ben de 21 gün süre ile birlikte şubede çalıştık. Araç onarıldı. İki parçaya ayrılarak test edildi, daha doğrusu iki parçaya ayrılması mümkün olduğu için ayrıldı. Parçalardan birinin faal olduğu tespit edildi. Ancak diğerinin kartlarının yandığı anlaşıldı. Bu parçası tamir edilmek üzere emniyete götürüldü. Benimle şubede kalan cihazın kullanımı sırasında çıkabilecek aksaklıklara müdahale edebilmek için bir süre daha şubede kalmam istendi. Bu sırada sanıyorum henüz yılbaşı olmamıştı, çünkü tamiri yapan arkadaşların yılbaşı izninde memleketlerine gideceklerini hatırlıyorum.

Bu şekilde 15 gün 1 ay kadar istihbarat şubede çay götürgetir işlerinde çalıştım. Mesai saatlerinde şubede kalıyordum. Daha sonra Mehmet Binbaşı beni çağırarak "Senin bölüğünü değiştireceğim, bundan sonra benim postam olarak çalışacaksın, artık istihbarat dairesinin elemanısın, yaptığın iş çok gizli. Buna göre hareket et" dedi. Ben de kendisine er statüsünde olduğumu, güvenlik kadrosunda kalarak lüzum gördüklerinde gelip çalışabileceğimi, ileride başıma bir iş gelmemesini söyledim. Mehmet Binbaşı bana "Biz sana güveniyoruz, gerisini merak etme" dedi. Bu tarihten sonra yani ocak ayı içinde artık istihbarat şubede çalışmaya başladım. Evrak kaydı, gizli evrak senedinin hazırlanması, zarfların hazırlanması gibi işleri yapmaya başladım. Daha sonra Mehmet Binbaşı emniyette bulunduğum sırada üzerinde çalıştığım sol örgütlerle ilgili bir çalışmaya başladım. Daha sonra Hürriyet gazetesinde çıkan bir haber nedeniyle Daire Başkanı Eser Sahan albay bana bir görev verdi. Eser albayım Hürriyet gazetesindeki bir yazıda kendi İstihbarat Daire Başkanı'nın Türkiye'de artık kolay kolay ihtilal yapılamayacağını, 160.000 polis bulunduğunun belirtildiğini, bu mahiyetteki sözlerin doğru olup olmadığını kimseye fark ettirmeden tanıdıklarımın ağzını yoklayarak tespit etmem için emniyete gitmemi istedi. Ben de görevine yeni başlayan Bülent Orakoğlu'nu hem tebrik etmek hem de bu konuyu araştırmak için emniyete gittim. İstihbarat Daire Başkam'nın odasında misafirleri vardı. Onların çıkmasını bekledikten sonra içeri girdim. Kendisini Niğde Emniyet Müdürlüğü'nden tanıyordum. Ben onu tanımakla birlikte o beni tanımıyordu. Kendimi tanınan, askeri kıyafette gittim. Gazetede çıkan haberin doğru olup olmadığını sordum, o da bana bu haberi yazan gazeteci ile Hatay'da bir kez görüştüğünü, bir daha görüşmediğini, yıpratılmaya çalışıldığını söyledi. Aramızda geçen kısa bir konuşmadan sonra ayrıldım.

ESER ALBAYIMA DURUMU RAPOR ETTİM

Karargâha döndüm, durumu Eser albayıma rapor ettim, ayrıca Bülent Orakoğlu'nun samimi olduğu subayların İsmini Niğde'deki özel kalemde olan Sevgi Hanım'dan İstedim. 9 kişilik isim Üstesini Eser albayıma verdim. Bana teşekkür etti. Soruldu: Biraz önce Orakoğlu ile İlk görüşmemden bahsetmiştim. İkinci görüşmemde bana Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik D. Başkanlığı'nca polis müdürleri ve valiler hakkında görüşlerinin araştırılmasına dönük olarak yapılan bir araştırmanın Kara Kuvvetleri'ne sızdırıldığını ve Genelkurmay bünyesinde konuşulduğunu öğrendiğini, bu konuyu araştırmam ve eğer bir haber alırsam kendisine bildirmemi istedi ve biraz sonra bir telefon geldi ve odadan ayrılmak zorunda kaldı. Ben de kendisi ile birlikte çıktım. Merdivenlerden inerken konuşmaya devam ediyorduk, ben tam olarak istediği şeyin ne olduğunu sordum, bana aynı şeyi tekrar etti, bir duyum aldığımda ona bildirmemi istedi dedi.

Kadir Sarmusak Deniz K.K.'hğı Askeri Savcılığı'nca alınan ve imzadan imtina ettiği 097.1997 tarihli ifadesinde şunları söylemişti:

29.5.1997 tarihli Genkur l, Genkur 2 imzalı ifadesi okundu soruldu: Bu ifadede yer alan cihaz tamirine ilişkin bilgiler doğru değildir. Yine Bülent Orakoğlu'nun beni istihbarat sınıfından çıkaracağını söyleyerek tehdit etmesi söz konusu olmadı. Ben Bülent Orakoğlu İle görüşmüştüm ancak birinci defada Eser Sahan albayım Hürriyette çıkan haber için göndermişti. İkinci seferde kitap almaya gittiğimde kendisine uğramıştım, her İki sefer uğradığımda yaptığımız konuşmaları daha önceki İfademde açıklamıştım. Bülent Orakoğlu ile ilk yaptığım görüşmede yanında Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı vardı. Bu sırada geçen konuşmalara ilişkin olarak 23.5.1997 tarihli ifademdeki açıklamalar doğrudur, daha doğrusu kısmen doğrudur. Deniz Kuvvetleri'nde haber kaynağı elemanı olarak bîr subayın bulunduğu, başka bir eleman kazanmak istedikleri yolundaki ifadeler doğru değildir.

Kadir Sarmusak'ın 11.9.1997 tarihinde Deniz K.K.'lığı Askeri Mahkemesi'nde yapılan ilk duruşmada konu ile ilgili ifadesi:

"Suçlamaları kabul etmiyorum. Bu zamana kadar hiçbir surette tarafsız bir ortamda ifade vermedim. İlk defa mahkemenizin huzurunda tarafsız bir ortamda bütün gerçekleri açıklayacağım. Dava konusu suç hazırlık soruşturmasında zorla bana kabul ettirilmiştir.

Ben böyle bir suç işlemedim. Kabul ettirilmesinin sebebi de basında çıktığı gibi Dz. Kuvvetleri İstihbarat Dairesi'nde bulunan ve onarımı yapılan dinleme cihazıdır. Dinleme cihazıyla neler yapıldığı, soruşturma sırasında araştırılmadı. Oysa dinleme cihazıyla neler yapıldığı konusunda ben çok fazla bilgi sahibiydim. Ayrıca İstihbarat Dairesi'nde (Deniz K.K.İstİhbarat Dairesi) başka birçok konuda bilgi sahibi oldum. Gerek dinleme cihazının kullanılması ve gerekse diğer konularda bildiklerimden dolayı yetkili kişiler sorumluluk altına girebileceklerini düşünerek kendilerini kurtarabilmek için hiç İşlemediğim halde, dava konusu suçu bana zorla kabul ettirdiler. Genelkurmay'da ifadem alınırken polis teşkilatında görmediğim işkencelere maruz kaldım.

Olay sebebiyle Genelkurmay'da olsun Dz,K.K.'lığı İstihbarat Dairesi'nde olsun toplam 70 sayfaya varan ifadelerim alınmıştır. Ancak bu ifadeler dosyaya konulmamıştır. Kısa birkaç tane ifadem dosyaya konmuştur. Genelkurmay'da 25 sayfadan fazla ifadem alınmıştı, bana okunan 25 sayfaydı. Deniz Kuvvetleri'nde de 30 sahifeden fazla ifadem alınmıştı. Suçun planlı İşlendiği iddiası gerçek dışıdır. 275.1996 tarihinde ailemin baskısıyla denizci olduğum İçin bir an önce askere gitmemin iyi olacağı tavsiyesi üzerine askere geldim. Aslında askere gelme niyetim yoktu. Askerliğimin üç yıl tecil edilmesi için polis okulundayken dilekçe vermiştim. Her nedense bu dilekçe işleme konulmamış. Böylece denizci olarak askerlik hizmetine başladım. İskenderun'daki acemi eğitiminden sonra Deniz Kuvvetleri Destek Kıta Komutanlığı emrine tertip edildim. Burada göreve başladıktan yaklaşık iki ay sonraydı, Hakan Pelit Yüzbaşı arkadaşlara "Aranızda istihbaratta çalışan biri var mı" diye sormuş. Onlarda beni söylemişler. Bir gün nöbette denk geldiğinde Hakan Yüzbaşı, 451 no'lu odaya yani kendi çalışma odasına gelmemi söyledi. Yanına gittiğimde istihbarat kursuna gittiğini, orada emniyetten kendilerine istihbarat dersi verildiğini söyledi. Dinleme cihazları ve kulak tabir edilen cihazlar hakkında bilgim olup olmadığını sordu. Konunun gidi olduğunu, ancak bilgi sahibi olduğumu söyledim. Daha sonra Mehmet Binbaşı beni kendi odasına aldı. İstihbaratç ılıkla ilgili çeşitli sorular sordu. Beni sınavdan geçirdi. "Biraz daha pişmen lazım, bunu da bizim yanımızda yapabilirsin" dedi. "Biz bir görüşelim, ben seni çağıracağım'' dedi. Aradan bir haftadan fazla bir süre geçti. Mehmet Binbaşı, bana Serpil Suda Hanımefendi'den Mustafa Aydın'ın telefon numarasını aldığını söyledi. Randevu aldığını, araç komutanı olarak kendisiyle gitmemi söyledi. Bunun sebebi de Mustafa Aydın müdürümün nerede olduğunu bilmemesiydi. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığına beraber gittik.

Ben dışarıda bekledim. Kendisi içeriye girdi. Mustafa Aydın'la görüştü. Ayrıca Hanefi Avcı ile de görüştüğünü söyledi. Beraber kuvvete döndük. Bundan İki üç gün sonra "Kadir yanına altı kişi al, cihazı taşıyalım, fazla soru sormasınlar, soranlara da havalandırma cihazı olduğunu söylersin" dedi. Cihazı emniyete götürdük. Cihazın özellikleri hakkında teknik bilgim yok, sadece kullanımı ve çok basit teknik arızaların giderilmesi konusunda bilgim vardı. Bu nedenle cihazın onarımı ile ben ilgilenmedim. Emniyette arkadaşlar kontrol ettiler. Taşınırken cihazın camı kırılmıştı. Taşımadan dolayı elektronik devrelerin hasara uğrayabileceği düşünülerek cihazın yerinde onarımı uygun görüldü. Cihazı tekrar Deniz Kuvvetleri'ne geri getirdik. Aradan beş on gün geçtikten sonra emniyetten Uğur ve Erkan isimli iki arkadaş geldi. Kendilerini daha önce tanımıyordum. Mehmet Aygüner Binbaşı sayesinde tanıştık. Bu arkadaşlar cihazı yavaş yavaş tamir etmeye başladılar. Takriben Aralık 1996 yılı sonlarına doğru cihazın onarımı devam ediyordu. Yılbaşından sonra da onarım tamamlandı. Yaklaşık yirmi gün cihazın onarımı devam etmişti. Bu esnada onarımı yapan polis arkadaşlara karargâha giriş İçin geçici kimlik kartı çıkarılmıştı. Bu arkadaşlar Mehmet Aygüner Binbaşı'dan başkasıyla da kolay kolay konuşmuyorlardı. Cihazın onarımı bittikten sonra cihaz iki parçaya ayrıldı. Bir parçası faal hale getirildi. Diğer parçası parça yetersizliğinden dolayı onarımın tamamlanması için Emniyet İstihbarat Dairesi1 ne götürüldü. Cihazın onarımının tamamlanmasından sonra Hakan Yüzbaşı ile aramızda bir konuşma geçti. Bunun özellikle dikkate alınmasını talep ediyorum. Hakan Yüzbaşı, "Bu cihaz çok ağır. Ben bunu istediğim yere götürmek istiyorum, icap ederse gemilerde de kullanmak istiyorum. Sizin kullandığınız gibi cihazları temin etme imkânımız var mı. Sizde döner sermaye işliyor mu" diye sordu. Bu sırada 'Susurluk Komisyonu'nda Hanefi Avcı'nın verdiği ifadeler gündemi çok rahatsız etmişti. Özellikle Deniz Kuvvetleri İstihbarat Daire Başkanlığı'nda pek olumlu karşılanmadı. Mehmet Ağara'a haksız suçlamalar yapıldığı dile getirildi. Mehmet Aygüner Binbaşı'nın daha önce Mehmet Ağar'la çalıştığı. Mehmet Ağar'ın Öyle bir kişilik olmadığı dile getirildi.

Cihazı onaran polis memuru arkadaşlara Deniz Kuvvetleri İstihbarat Dairesİ'nden verilen takdirnameyi emniyete götürmekle görevlendirildiğimde, Mehmet Aygüner Binbaşı, Hanefi Avcı hakkında edinebildiğim kadar bilgiyi edinip kendisine İletmemi istedi. Hanefi Avcı'nın makamına gitmek istediğimde önce kabul etmedi. Deniz Kuvvetleri'nden getirdiğim evrakı sadece kendisine verebileceğimi söyleyince özel kalem vasıtasıyla beni içeri aldılar. Evrakı takdim ettikten sonra "Askerlik nasıl gidiyor" diye sordu. Polis kökenli olduğumu, polislere nasıl davranıldığını herkesin bildiğini, polisle asker arasında gerek siyasi yönden gerek işleyiş yönünden fark olduğunu dile getirdim. Polis kökenli askerlerin nasıl bir muameleye maruz kaldıklarını anlattım. Kendisi de bana "Bir an önce askerliğini bitir gel, işine dört elle sarılırsın" dedi. Emniyet istihbarat teşkilatı hakkında bilgi toplamam benden sürekli istenmişti. Mehmet Binbaşı ve Hakan Pelit Yüzbaşı, bu bilgileri toplamamı istiyorlardı. Ben de kendilerine Emniyet İstihbarat Daİresi'nin elemanı olduğumu, geçici olarak askerde bulunduğumu dile getirdiğimde bana "Sen askersin" dediler. Ayrıca "İstersen seni uzman çavuş bile yapabiliriz" dîye söylediler. Mehmet Binbaşı ve Hakan Pelit Yüzbaşı'nın Emniyet İstihbarat Teşkilatı hakkında İstedikleri bilgileri edinip kendilerine ilettim. Bu bilgileri edinmek için yaptığım telefon görüşmelerinin kayıtları mevcuttur. Niğde İstihbarat Dairesi'ndeki tanıdığım arkadaşları kullanarak onların baskısıyla gerekli bilgileri temin ettim. Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nın değiştiği gün ki değiştiğinden haberim yoktu, sabah saat 07.00'de Eser Sahan Albay benî odasına çağırdı. "Hürriyet gazetesinde bir yazı var, okudun mu" diye sordu. Okumadığımı belirterek yazının ne olduğunu sordum. "Niğde Emniyet Müdürü'nün İsmi neydi" diye sordu. Bülent Orakoğlu diye cevap verdim. "İstihbarat Daire Başkanı olmuş" dedi. Ben de kendisine Refah Partisi iktidardayken bunun gerçekleşmeyeceğini, çünkü Niğde'de Refah Partisi teşkilatının çok tepkisini aldığını ve çok sıkı bir şekilde kendilerini denetlediğini, bu nedenle Erbakan'ın buna razı olmayacağını dile getirdim. Kendisi bana "Gazeteyi bir oku, sonra yanıma gel" dedi. Dışarı çıkarak postasından gazetesini istedim, sekreterin masasında gazetenin ilgili sayfasını açıp haberi okudum. Hürriyet gazetesinin haberinde Bülent Orakoğlu'nun bu ülkede 167 bin polis varken İhtilal olamayacağını söylediği yazılıydı. Yazıyı iki kere okuduktan sonra İçeri girdim. Eser Sahan Albay, Bülent Orakoğlu'nun nasıl birisi olduğunu, askeriye ile arasının nasıl olduğunu sordu. Ben de Bülent Orakoğlu'nun Niğde'de Jandarma Alay Komutanı'yla arasının çok iyi olduğunu, askeriye ile herhangi bir sorunu olmadığım, hatta Niğde Jandarma ile Emniyet'in istihbarat faaliyetlerini beraber yürüttüğümüzü söyledim. Bunun üzerine, "Ziyaret etmek İster misin" diye sordu. "Kabul eder mi" diye sordum. "Sen emrindeki polis değil misin, Deniz Kuvvetleri'nde asker olduğunu söylersin, bir de çiçek yaptırırsın olur" dedi. "Ziyarete gittiğinde istihbaratta çalıştığını da söyleme" dedi. Ben de bu nedenle 'emniyet'e gittiğimde hiçbir surette istihbaratta çalıştığımı söylememiştim. Güvenlik kısım amirliğinde çalışıyorum diye yalan söylemiştim. Esen Sahan Albay'ın bu talimatı üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'ne gittim. Niğde'de emrinde polis memuru olduğumu belirttim. Ziyaretçileri varda. Deniz Kuvvetleri'nden geldiğimi, cihazın onarımı İçin teşekkür ettiklerini söyledim. Özel kaleminden bu şekilde ilettiler. "Beklesin, kabul edeceğim" diye cevap vermiş. Bir buçuk iki saat sonra Bülent Orakoğlu beni yanına kabul etti. Kendisine atamasının hayırlı olmasını söyledim. Tebrik ettim ve "Hemen gelir gelmez hakkınızda spekülasyonlar yapılmaya başlandı, sizi pek rahat bırakacaklarını sanmıyorum" diye görüş bildirdim. Bülent Orakoğlu, "Hayırdır" diye sordu. Ben de Hürriyet gazetesindeki haberden bahsettim. Kendisi bana böyle bir demecinin olamayacağını bildiğimi ve askerlerin içinde büyüdüğünü, şu anda kopmuş olan bazı diyalogların kendisinin zamanında askeriye ile çok daha iyi olacağım dile getirdi. Bundan sonra Niğde'den ve diğer olaylardan söz ettik. Yine askerde polis kökenli erlere yapılan haksızlıkları dile getirdim. Bu konuda şikâyetlerimi söyledim. Ben çıkarken içeriye bir müdür girdi. Kim olduğunu bilmiyorum. Özel kalem ayağa kalkıp müdürüm diye hitap etnüşti. Onun için müdür olduğunu anlamıştım. Daha önceki ifadelerimde de belirttiğim gibi şişman, beyaz yüzlü bir kişiydi. Ben ayrıldım, birliğime geldim çünkü vakit geçmişti. Bülent Orakoğlu'nun yanına öğleden sonra ziyarete gitmiştim. Bundan sonraki tarihlerde birçok defa kitap almaya veya kapalı zarf içinde verilen evrakları teslim etmeye emniyete gittim. Birçok dokümanlar alıp geliyordum. Bu arada bir gün Hakan Pelit Yüzbaşı, her gemiye bir küçük dinleme cihazı koymak İstediklerini, emniyetten bu cihazları satın alıp alamayacağımızı, döner sermayenin olup olmadığını öğrenmem için beni emniyete yolladı. Ben de bu talepleri Hanefî Avcı'ya ilettim. Hanefi Avcı şu anda iş trafiğinin yoğun olduğunu belirterek böyle bir talebi yerine getiremeyeceklerini söyledi. Bu şekilde emniyete her defasında görevli olarak gönderildim. Hiçbir surette kendi talebim üzerine emniyete gönderilmiş değilim.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.