Şizof Mehmet
George Orwell'ın "1984" romanıyla bize çok önceden haber verdiği gibi, formel dil içinde karşıtıyla aynı anlama gelen bir takım sözcükler türeyip yaygınlaşıveriyor.
Devletlerin en büyük savaş aygıtlarının adı, "Savunma Bakanlığı"dır örneğin. Böylelikle, savaşmak eylemi, savunma kabulü içine emilip sindirildikten sonra dışkılanmış oluyor.
"Barış" biliyorsunuz, en son Irak'ta kurtlarını döktü.
"Üretim" ya da "üretmek" de bunlardan. ekonomilerin üretim kabiliyetini, enerji tüketme kapasitelerine bakarak ölçebiliyoruz. Bu kolayca mümkün olabiliyor çünkü, tüketim, tanımı gereği öyle olmasını beklediğimiz olumsuz anlamından çoktan kurtarıldı. Tam tersine tüketmek, olumsuz bir eylemi anlatması için kullanıldığında faul düdükleri çalınıyor. Adı tüketici olan bir güruh var ve bu meslekileştirici sıfattan hepimiz ayrı bir itibar umuyoruz.
Hurşit Güneş'in Milliyet'teki bol rakamlı yazısından faydalanalım. ABD'de 14 trilyon dolarlık milli gelirin 1.2 trilyon dolarlık kısmını turizm sektörü üretiyormuş.
Şimdi, karşıtıyla aynı anlama geldiğini hatırlayarak, ABD'nin türizm sektörü bu kadar üretken olmayıverse; turizmin engellenmesi değil, sadece özendirilmekten vazgeçilmesi halinde tasarruf edilecek kaynakları düşünebiliyor musunuz?
Her tarafı ışıklı banka tabelalarıyla kaplı şehirlerde bu durum, şehri o yapan şey gibi görülürken, insanlara televizyonlarını kumandayla kapattıktan sonra bir de düğmesinden kapatmayı erdem olarak benimsetmeye çalışan, bizzat ve ancak enerji kaynağı tüketmek pahasına gerçekleştirilebilecek prodüksiyonlar, kampanyalar var.
Evet, ekonomik büyüklükler, son tahlilde enerji tüketme kapasitesine bakılarak ölçülür. Ama şimdi büyüklükleri belirlemek için yeni bir yöntemin daha kullanılması mümkün görünüyor. Ben şahsen, enerjinin nerelerden ve nasıl tasarruf edilebileceği konularında kamuoyunun oluşmasını çarpıtma becerisini en az öteki kadar güvenilir bir kapasite ölçme kriteri olarak öneriyorum. Önergem okutulsun zapta geçirilsin ve oylansın istiyorum.
"Enerji kaynaklarının korunması bir ölüm kalım savaşıdır" diyorlar, biz gözyaşları içinde kalıyoruz. Bütün neferler bu savaşa katılmalıdır diyorlar, galeyana geliyoruz. "Size ölmeyi emrediyorum" demek için, mümkündür ki, biraz daha kıvama gelmemizi bekliyorlar.
İçişleri Bakanı, Kürt açılımıyla ilgili görüşmeleri başlatmadan hemen önce kabinede hükümetin tezini güçlendirecek argüman arayışları vardı, hatırlarsınız. Ekonomiden sorumlu bakan, 25 yıllık savaş döneminde yapılan 'savunma' harcamalarını soran İçişleri Bakanı'na, hepimize "vay bee" dedirten bir rakamla cevap verdikten sonra, kendi sözüne itiraz edip, "Ama o öyle hesaplanmaz, bu savaşın kaçmasına yol açtığı fırsatlarla ilgili maliyet de buna ilave edilmeli" teklifinde bulunmuştu da, Beşir Atalay, "Gerek yok. O şimdilik dursun" demişti.
Neden o ilave rakamı istemedi sizce? Daha dudak uçuklatıcı olmaz mıydı argüman? Hepimiz küçük dilimizi yutup Tayyip Erdoğan'ı peygamber ilan etmez miydik?
Neden olacak, adam İçişleri Bakanı da ondan.
Hayır, Erdoğan'ı peygamber ilan etmezdik. Çünkü, savaşabilirlik, savaşçı rekabet, Türkiyeli beyaz ırkın, refah tasavvurunun bir parçası. Parası olduğunda satın almayı düşüneceği bir şey değil, satın alabilmek için paraya sahip olmayı isteyeceği bir şey. Ondan kurtarıldığında kendisini zeki çevik ve iyi ahlaklı hissetmeyecek. Tam tersine fakirleşmiş, güvensiz, rekabet gücünü kaybetmiş ve tehdide maruz hissedecek. Paradan, sizi refah içinde yaşatmasını beklersiniz. Beyaz akıl budur.
İzin verin hırsızlar, bütün bankaları soysun. İzin verin, bizim, kendimiz hakkında, kendiliğimizden kararlar alarak, başka birilerinin bizi yönetmesine ihtiyaç duymaksızın bir arada yaşayamayacağımız kabulüne dayalı kurulmuş ne kadar kurum ve kuruluş varsa hepsi yerin dibine batsın. Ne kadar çok kaynak tasarruf ederdik düşünsenize. Bu izin vermeler karşılıdığında kurtardığımız kaynak üstelik, gerçek bir kurtarmadır. Çünkü bankalardaki para kaybolmamıştır. Hırsızlardadır. En azından piyasa bir emisyon daralması yaşamayacaktır. Tersi daha büyük bir ihtimaldir. Ben kaynak tasarruf edilip edilmediğine bakarım. En kötümser yorumla benim açımdan değişen bir şey yok. Bankadayken bana ne kadar mesafede idiyse, para şimdi de aynı uzaklıktadır. Ama kocaman bağırsaklarıyla bütün kaynaklarımızı sömüren holding binaları ortadan kalkmıştır. Mülkiyete bağlı hakların güvencesi olarak varlığını sürdüren bütün kuruluşlar da işsiz ve işlevsiz duruma düştü elbette. Şimdiden içim içime sığmıyor; oradan tasarruf edeceğimiz kaynağı nasıl müjdeleyeceğimi bilemez haldeyim.
Baykal'ın tesbiti: "Teröre başvurarak sonuç alınamayacağı yolundaki antiterör hutbelerinin inandırıcılığı kalmamıştır. Bunlar safsatadır."
Eğer öyleyse hırsızlar lehine de umutlanabiliriz. Hırsızlar, içimizi kemirip, kaynaklarımızı kurutan bu köhne yapıların üstünden bir haçlı ordusu gibi geçebilir ve bizi kurtarabilir.
Hırsızlar çaldıklarını kamu yararı için oluşturulan bir fona aktarırsa, son dediğin şey mümkün olabilir.
YanıtlaSil