Olan biten

Ne alaka?

Şemdinli'de iki haftadır süren çatışmaları cephe savaşı olarak tarif edenler bile var. Eğer benim aşağıda detaylandıracağım argümanlar isabet kaydediyorsa, PKK'nın yeni stratejisinden sözedenlerin, buradaki çatışmaların şu veya bu biçimde parçası olduklarından şüphe etmek lazım. PKK'nın strateji yenilemesi ilk defa dillendirilen bir şey değil. Hatta hemen her eylemin ardında stratejik uygunluklar yeniden gözden geçirilir. Ama bu sefer bu kelamın taşıdığı anlam, hedef gözeterek ateş ediyor.

Ahmet Altan'ın şaşkınlığını taklit ederek söylemek gerekirse durum şudur: PKK, 500 militanıyla saldırıyor, ordu 800 bin askeriyle savunamıyor. Kamuoyu Suriye'de olan bitenden saat saat haberdar olabilirken, Şemdinli'den iki haftadır haber alınamaması, Altan'ı hayrete düşüren bir başka nokta ki, bizim hayretimize de tercüman.

Okşanmayı bekleyen uyarılmış milli hassasiyetler tavında ama hükümetten tık yok. "Köklerini kuruttuk, dümdüz ettik" dese, kimse ne kadar sahi olduğuna bakmayacak, balkonlardan bayrak sarkıtacak ama yok...

Dışişleri bakanı bir sır geveleyerek, "Orada ne olduğunu biliyorum ama söylemem" diyor.

Allah...
Ve bismillah...

Mesele şu:

Türkiye, Körfez Savaşı'ndan bu yana Irak'ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyleyegelmiş idi ya; bunu sadece kendi arzusunu beyan maksadıyla söylüyor değildi. Aynı zamanda bu laf, hem konuşup, hem de hiç bir şey söylememiş olmaya en yakın ifade oluşu nedeniyle tercih ediliyordu. En ufak bir sürprizi yoktu. Tersini söylemenin, kulakları küfür işitmiş gibi rahatsız edeceğini göz önünde bulundurmak lazım. Türkiye'nin bunu dolaysız bir kasıtla ve netlikle söylediği dönemler oldu ve böylece federal çözümlerden yana olanlar nezdinde bir şey söylemişler sınıfına girdi sahiden. Amma, bugün itibariyle, Irak'ın toprak bütünlüğünden yana olmadığı ve bunu aynı açıklıkla dile getiremediği kesinlikle söylenebilir. Ancak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun bir kaç gün önce takip ettiği, Kuzey Irak'ın ardından Kerkük'ü kapsayan gezi rotası ve yaptığı görüşmeler, bu tutumun, gizlemeye gerek görmemek noktasından bir ileri adım daha atmak üzere ayrılışı ifade ediyor. Mesele, Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimini memnun etme meselesidir. Türkiye'nin niyeti, Şii tandanslı Bağdat yönetimine, Sünni-Kürt alternatif örgütlemek.

Kürt bölgesi lideri Barzani, Kürt Ulusal Konseyi Başkanı Abdül Hâkim Başar ve Davutoğlu'nun son gezisini en kritik durağını oluşturan Kerkük Valisi Dr. Necmettin Kerim, Türkiye'nin bu plan için dirsek teması mesafesinde tuttuğu isimler. Dirsek temasından bile daha yakın tuttuğu öteki isim ise, Irak Sünnilerinin lideri kabul ettiği -ki bunu, Saddam mirasçısı bir mihrak saymak pek mümkün- geçtiğimiz Nisan ayında Barzani'yle birlikte aynı anda Ankara'da misafir edilen Haşimi oluyor.

Bu kadarının Şemdinli'de olan biteni izaha yeterli gelmeyeceğinin farkındayım ve devam ediyorum.

Kürt Ulusal Konseyi, PKK ile birlikte değişik coğrafyalardaki Kürt temsilcilerini bir araya getirmiş ortak platform olarak kabul ediliyor, ya da ediliyordu. Sadece PKK değil, KCK içinde de temsil edilen, her zaman Ankara'nın alerjisini azdırmış bir çok Kürt oluşumunun da temsil edildiği konseyi toplaması için Barzani'nin başının etini yiyen de Ankara'ydı. KUK üzerinden PKK'yı denetlemek, Ankara'nın büyük harflerle yazılan Kürt Meselesi'ndeki biricik çözüm perspektifini kristalleştirip orta boy bir word dokumanı haline getirmeye yetiyordu. Ankara, KUK üzerinden PKK'yi denetleme planını, açılım ve saçılım, müzakere ve mücadele, ve de bu mevzuya dair ne kadar terim türetilmişse, hepsinin sonunu getirecek bir sihirli formül olarak görüyordu.

Barzani'nin himayesinde yapılmış gibi görünen Hewler toplantısı, platformu tanımlayan ilkeleri bileşenlerin itiraz edemeyecekleri bir vasatta tanımlayıp kabul etmiş idi. Kürtlerin her hangi hal ve şeraitte birbiriyle savaşmayacağı, bu vasatın özeti olarak anlaşılabilir. Yani Türkiye'nin ikide bir Barzani'yi PKK'Ya karşı harekete geçirmenin yollarını arayıp da bulamamasının nedeni, biraz da o ilkeler idi. Barzani'nin PKK'ya karşı harekete geçmeyi reddetmesinin tek nedeni, bu platform dolayısıyla kendisini bağlamış olması değil elbette. PKK'ya karşı savaşı göze alamaması bundan daha önemli bir neden. Hem, savaşmasını isteyeceği peşmergelere bu kararını açıklayamayacağı için, hem de PKK'nın, Barzani muhalifi bir kitle haline gelmesi hiç de zor olmayan Kuzey Irak kamuouyuna seslenebilmesindeki retorik üstünlükten. Esasen, bu platformdaki ilkeler, yürürlükte olduğu sürece PKK'yı Barzani'den koruduğundan daha çok, Barzani'yi PKK'dan koruyor. Daha önce Abdullah Öcalan tarafından dillendirilen Kuzey Irak'ın sömürgeleştirildiği ve "Küçük İsrail" haline getirildiği, kaydadeğer bir muhalif hareketin oluşumuna yol açmadıysa bu, biraz da, yarım ağızla söylenmiş olması ve tekrarlamaktan kaçınılmış olması yüzündendi.

Türkiye'nin, en son, Kuzey Irak petrolünün Türkiye'de işlenmesine imkan tanıyacak ticari ilişkileri geliştirmeye yönelik adımları da dahil değişik enstrümanlarla beslediği PKK'ya karşı Irak'ta Sünni-Kürt kombinasyonuyla miğfer elde etme hamlesine karşılık, Suriye ve İran dolaylarındaki gelişmeler, PKK'ya yeni hareket alanları sağlamış görünüyor. PKK denetimindeki PYD'nin Türkiye destekli muhalefetle arasına mesafe koyup Suriye yönetimiyle yakınlaşması karşılığında elde ettiği kazanımlar, Türkiye'yi Suriye'de toprak bütünlüğü amigoluğuna itecek ölçülere vardı.

PKK'nin İran-PJAK ihtilafında devreye girerek oynadığı rolün getirisi, İran gibi kaydadeğer bir müttefik kazandırmakla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda İran üzerinden, çoktandır Barzani'yle karşı cephelerde saf tutmuş mevcut Irak Hükümetinin de desteğini temin ediyor. Kürtler arasındaki tabanı her ne kadar hesaba katmaya değer bulunmasa ve statüsü bir iktidardan ziyade sembolik forslara dayandırılsa da, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin Barzani'ye tamamen biat edeceğini söylemek için de bir neden yok.

Kısacası,  PKK'nın, Suriye'deki gelişmelerin ardından, Kuzey Irak dışındaki Kürt varlığını derleyip toparlamakta, İran'la PJAK arasındaki ihtilafı çözmekte ve  en önemlisi Kürtleri Suriye'deki en homojen güç haline getirmekte gösterdiği beceri, Kuzey Irak'da özerk bir Kürt yönetimini hayata geçirmesiyle "En büyük Kürt" olarak adını bütün Kürt unsurlar nezdinde tescil ettiren Barzani'nin prestijini yıpratmış görünüyor.

İşte Şemdinli, bu henüz oluşmasına çalışılan blokların sinir uçlarının temasına sahne oluyor. Elde edilecek mevzi kazanımlardan ziyade, saflaşmaya zorlanan öteki unsurların duygularına ne şekilde tesir edeceği hesaplanan bir savaş bu. Stratejide bir yenilik aranıyorsa, bu açıdan bakılarak görülebilecek bir yenilik bulunabilir. Saflaşmayı, Türk tarafından ziyade PKK'nın forse ettiği söylenebilir. Türk tarafı kendi elini, alışılageldiğinin tersine, ekranları katliam görüntülerine boğmamaya özen göstererek oynuyor.

Leyla Zana'nın Hürriyet Gazetesi'ne verdiği demecin ardından başbakanla yaptığı görüşmeyi de bu senaryonun bir aksiyonu olarak görmek mümkün. Yakın zamanlara kadar Kürt hareketinin ajitasyon membaı olarak bir profil vermiş olan Zana başbakana, Barzani'nin arkasında "hamili kart yakinimdir" yazılı kartvizitini götürdü. Kuzey Irak'taki petrol bölgelerine yatırımı da içeren bir dizi hür teşebbüs zekası, Zana ailesiyle Barzani arasındaki "yakin"leşmenin en bilinen vesilelerinden biri. Zana-Erdoğan görüşmesinde Barzani'nin referansının işe yaradığını belli eden ilk gelişme, Kuzey Irak'ta çıkarılan ham petrolün işlenmesi için Bağdat'takiler yerine Türkiye'deki rafinerileri devreye sokması oldu. Kürt yönetimi, Irak Hükümeti'nin petrol gelirlerinden paylarına düşeni ödemek konusundaki isteksizliğini eleştirip duruyordu.

Öte yandan düşünmek lazım; PKK'yla görüşmelerin yeniden başlatılması halinde, bölge politikalarına yönelik kısa yoldan ele geçirebileceği dış politika enstrümanlarını koskoca dışişleri, benim gördüğüm kadar göremiyor olamaz. Abdullah Öcalan, bölgedeki bütün aktörler nezdinde bunca prestij elde etmiş PKK'nın hala biricik referansı konumunda. PKK'nın değil, Öcalan'a dair BDP'nin dile getirdiği taleplerin kırıntısını hayata geçirmek için en ufak bir niyet gösterisinde bulunsa, bu bile Türkiye'nin Suriye'deki hareket alanını genişletmeye yeter.

Peki bulunmadı mı veya bulunmuyor mu?

Doğrusu bunu bilemiyoruz. Öcalan'la görüşme yasağı, geçtiğimiz yılın Temmuz ayından bu yana sürüyor. Bu süre zarfında İmralı kaynaklı herhangi bir çağrıya da rastlamadık. Ama zaten, kasetlerin faş'edilmesine kadar, Oslo görüşmelerinden de haberdar değildik. Öcalan'ın tamamen dışarıda tutulduğu varsayımına dayalı analizlerin, pek yakın bir gelecekte köklü biçimde tashih edilmesi gerekebilir.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.