Recep Zühtü Soyak
"...Salih, Recep Zühtü, Tokatlıyan'ın arkasında İstanbul'da bir ev tuttular. Bunu kerhane haline koydular. Kendileri de eğleniyor, kadınların iyilerini seçiyor, Mustafa Kemal'e yolluyorlardı. Bu kerhane boşanma işinden biraz evvel teessüs etmişti. O vakit karılar ankara'ya Tevfik Rüştü'nün evine gidiyor, Gazi oraya gelip orada eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Hariciye Vekili kerhanecibaşı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede Hariciye Vekili olmuştu. Şimdi karılar doğruca Çankaya'ya Mustafa Kemal'e gidiyor. Salih'in kerhanesi çok zaman işleri. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapamağa teşebbüs etti, Mustafa Kemal'in en mühim arzusunun tüeahhidlerinin ocağı yıkılabilir mi? Demek rezalet ne kadar ilerlemişti. Nihayet polis burasını kapamağa muvaffak olmuştur. ama yıllar geçti."
Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım S. 1358 / 1359
"...Yaz idi. Derhal Sinop'a gittim. Büyük bir faaliyetle ve çiftlik işlerini tanzime koyuldum. altı ay kadar amele ile çalıştım. Artık oldu. Vakıa tamamiyle istediğim hale koyamadım ama şimdilik kafi. Kütüphanenin içini boyatmak, kalorifer koymak, çiftliğe büyük bir ahır, mutfak yapmak ara için büyük bir kanal da açmak istiyordum. Hem vakit kalmadı, hem de daha onbin lira kadar para istiyor. Bana ise Avrupa'da para lazım. Hem de eylül bitti, mevsim de müsait değil.
Bu esnada Sinop'a Recep Zühtü geldi. Akif'e misafir oldu. Akif bunu avucuna almış, bu sayede Mustafa Kemal'in gözüne girip meb'us olacak, para vuracak. Recep Zühtü ile görüşmedim. ve gelişinden şüphelendim. Derhal muhafız tertibatı aldım. Geceleri sokağa çıkmıyordum. Ne iyi etmişim. Bir gece haremim bir takım kadınlarla ve biraderim Şükrü yanlarında olduğu halde misafirliğe gittiler. Gelirken bizim eve yakın bir yerde bir kurşun Şükrü ile refikamın kulakları arasından geçer. Refikam bunu gelip söyledi. Anladım. Demek beni de sokakta harcayacaklar. Kardeşimi ben zannedip attılar. Demek Gazi beni öldürtecek. Recep Zühtü bunu maalesef yaptırdı. Artık bir dakika durmak caiz değildir. Binanın bir kısmı boyanmıştı. Yarı bıraktırdım. Ahır ve mutfak için üçbin çimento blok döktürmüştüm. Bunların inşasından vazgeçtim. Sinop'taki notlarımı ve lüzumlu evrakımı aldım. İlk vapura binip İstanbul'a geldik. Haremim de morfinden son derece perişan. Şimdi gidip Ankara'daki işleri görmek lazım. Katib-i Adilde Ankara'daki bağları satması için eczacı Hüseyin Hüsnü'ye bir vekalet yaptım. Avrupa'ya şüphe uyandırmadan gidebilmek için bir oynu da lazım. Haremime "Ben Ankara'ya gittikten sonra fena hastayım, çabuk gel" diye bana bir telgraf çek. Ankara'ya gittim. İşleri düzelttim. Refikam da bu yolda bir değil iki telgraf çekti. Bunları Meclis Reisine gösterip izin aldım. Gideceğim gün, Meclis'te Yusuf Kemal beni buldu, dedi ki: "Recep Zühtü geldi. Rıza Nur'la aramızdaki nedir? Görüşelim. Ne istiyorsanız verelim. İhtilafı kaldıralım" dedi. "Görüşelim de uyuşalım. Bu böyle sürmez" dedi. Dedim ki: "Şimdi mümkün değil, haremim fena hasta. Bu akşam gideceğim. Avdetimde görüşürüz. Ona öyle söyle." "Peki git de gel, bu işi bitirelim" dedi. Yusuf Kemal'e dedim ki: "Yahu, görüyorum ki sen artık dalkavuk olmuşsun. Hem de Mustafa Kemal'e yanaşamıyorsun. Mahmud Esad gibi birine dalkavukluk ediyorsun." Yüzü kıpkırmızı oldu. Durdu. Nihayet içini söylemekten kendini alamadı ve dedi ki: "Ben her ne pahasına olursa olsun, bunlarla uyuşup mevkiye geçmeğe karar verdim. Mahmut Esat iyi vasıtadır. Onunla ötekilere yine çatarım." Bu sözü üzerine Yusuf Kemal'den daha ziyade soğudum. "Ala" deyip çekildim. Trene atlayıp İstanbul'a geldim."
Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım S. 1394-1395
"...Recep Zühtü çingene olduğu halde adam asmaz. Çinsinin töresini bozmuş, tabanca ile vurur. Ankara tanrısı Atatürk'ün en kahraman kullarındandır. Çok adam öldürdü. Öldürdüğü adamların sayısı Bozok Salih'in Kılıç Ali'nin öldürdüklerinden çoktur. Hatta Çengel köyünde bir kızı evlenme vaadi ile aldatır, metres yapıp iki yıl kullanır. Nihayet kız: "Hani karını boşayıp beni alacaktın" derse de olmaz. Kız aldatıldığına kızar, Recep Zühtü'nün ona aldığı elli bin liralık mücevheratı geri gönderir, Recep Zühtü kızıp bir akşam üstü polis müdürünü alıp beraber Çengelköyüne kızın evine geldi. Kızı dokuz kurşunla vurdu. Böyle kahramanlık daha görülmemişti. Atatürk böyle yiğidi kaybetmek istemezdi. Çünkü millet için lazımlı adamdı. Etrafını hep böyle çingene, arap ve emsali ile doldurmuştur. Çünkü kahramanlar bu milletlerden yetişir. Hem de ne yapalım, Türkü sevmez. Hemen hekimler, hakimler gönderdi, işi kara kaplıya uydurdu. -uymadı diyen garezkarlar var ama halletmişler- Bu hekimler, hakimler onu beraat değil mahkemeye bile yollamayıp men'i muhakemesine karar verdiler. Hem bu suretle medeniyet alemine Türkiye'nin hakimlerinin dirayetini, Türkiye'deki adaleti parlak bir surette göstermiş oldu. Atatürk ne harikadır! Böyle adi bir vesileden millet için ne büyük bir şeref çıkardı.
Atatürk başbakan general İnönü'yü de çağırtmış, demiş ki: "Millet Meclisi'ne yaz da orada bir halt karıştırmasınlar, oturdukları yerde otursunlar." İnönü de Meclis'e resmi bir tezkere yazıp onda: "Recep Zühtü gayrimeşru kullandığı bir karıyı öldürdü. Bunda mes'uliyeti mucip hiçbir şey yoktur. Tevkif ettirmedik ve ettirmeyiz. O anda Recep Zühtü kendine malik değildi, ne yapsın. Bu kadar kullandığı ve daha da kullanmak istediği kadın olmaz demiş. Bunu işitince Recep Zühtü'nün gözü dönmüş, aklı zıvanasından çıkmış, tabancasını çekip vurmuş. Aklı zıvanasından çıkar ya. Çıkınca da vuru ya. Madem ki böyle olmuş, tabi mes'uliyeti yoktur. Polis müdürünün cinayette hazır bulunmasına gelince: Cumhurreisi veya başvekil ben bizzat cinayette bulunacak değiliz ya. Bize vekaleten polis müdürü bulunmuştur. Usül böyledir. Bundan tabii bir şey olamaz. Bilesiniz!!! Ha!!!" demiş. Celsede bu okununca meb'uslar: Biz ne dedik? Kime gözünün üstünde kaşın var dedik? Cumhuriyetten beri böyle şeyler hemen hergün oluyor da birgün sesimizi çıkardık mı? Bunu yazmağa lüzum var mı idi sanki?" demişler.
Atatürk'ün bu harikavi işine, dahiliğine, Türler de, Avrupılalır da öyle hayran oldular ki, birden dudaklarını ısırıvermişlerdir. Demişler ki, henüz böyle ültra-harika yalınız Türk Hukuk Tarihinde değil, Avrupa'nınkinde de görülmemiştir. Ama müfsidler durmadılar. Dediler ki, "Adaleti, memleketin kanunlarını, milletin şerefini, namusunu, bir çingeneye feda etti." Onlara derim ki: "Öyle etmesin de bir çingeneyi bir orospuya mı feda etsin?" Yine dediler ki: "Bu rezaleti elaleme karşı böyle nasıl yaptı? Cumhuriyetin alnına kara leke sürdü. Bu adamda hiç utanma yoktur." Yalan değil, evet, Atatürk hiç utanmaz. Onun en birinci meziyeti budur. Bu maskaralar unutuyorlar ki, tanrıların sıfatları arasında utanma sıfatı yoktur. Bu aralık üniversite talebesine profesörleri bir derste Atatürk'ün cumhuriyetinin büyük adaletinden bahseder. Adam bu adalete hayran olmuş. Bu tesirle bu tersi vermiş ise de talebe hep birden kalemlerini sıralara vurarak "Ya Recep Zühtü... Ya Recep Zühtü..." diye bar bar bağırmışlar. Rezalet olmuş. Tabi bunlar henüz talebedir. Akılları ermez, asıl ben müfsidlere kızıyorum ki, söyledikleri sözler pek ağır ithamlardır. Yine bir takım müfsidler de "Hadi, Mordudak cinayeti işlemek için orada idi. Polis müdürü ne diye oraya geldi? Demek cinayette ortaktı. Her yerde polis kaatili tutar, mazluma yardım eder, bu kaatile yardım ediyor, halkın canını korur, bu halkı öldürtüyor." dediler. Bu adamlar mutlaka her eyi kötü gözle görürler. Polis müdürü oraya ne diye mi geldi? Ayol, bir cinayet yerine kim gelir? Polis gelir, Mordudak büyük ricalden ve asil bir zat olduğundan onun cinayetine polis neferi yerine polis müdürü gelmiştir. Bundan tabii, bundan kanuni ne vardır? Bunu fena tefsir etmeğe lüzum var mı? Hatta bu polis müdürü o kadar dirayet göstermiştir ki, cinayet yerine cinayetten evvel ve cani ile beraber gelmiştir. Bu bir harikadır. Daha dünyada görülmemiştir. Yalınız bu işte teessüf edilecek bir şey varsa o da Ata Tanrının böyle kıymetli bir polis müdürüne mükafat verip büyük bir mevkiye tayin etmemesidir. Yine bazı müfsidler, "Hadi bu polis müdürü dirayeti ile orada idi. Niye caniyi tevkif etmedi?" dediler. Bunlar cahildir. Meb'us tevkif edilemez. Bilmiyorlar. Fakat sen bana "Bu cürmü meşhuttur. Meb'us da tevkif edilir" desen buna cevap bulamam. Bir takımları da yine İsmet'e cevap olarak, "Mordudak deli mi imiş?" Cinayet işleyen herkes, haklı da, haksız da olsa o an için deli gibidir. öyle olmasa zaten cinayet işleyemez. Lombrozo bunu pek güzel yazmıştır. O halde diğer kaatilleri niye tevkif ediyorlar?" dediler. Buna da cevap veremeyeceğim. Bir takımları da, "Ah o doktorlar. Türk hekimliğini rezil ettiler." dediler. Buna cevabı hekimler versinler. Müddeiumumi prosedürü çiğnedi dediler. Buna da cevabı avukatlar versinler.
Kılıç Ali, Bozok Salih ve cellad arkadaşları bu vak'a üzerine Recep Zühtü'yü kıskanmışlar, bir toplantı yapıp demişler ki, "Atatürk artık bunu sever, bizim pabucumuz artık dama atılmış demektir. Biz de yeni birkaç kişi daha öldürmeliyiz." Bu kararı yakında icra edeceklermiş. Hakları var.
Metresini öldürdükten sonra Recep Zühtü'nün üsületlu kanı kaynamış. On gün istirahattan sonra Beyoğlu'nda Park Otel'e gitmiş, orada bir adam karısı ile oturuyormuş, kadın güzelmiş. Mordudak imrenmiş, bunların mamasına gidip kadını almak istemiş, kocası ayağa kalkmış, laf kavgası olmuş. Mordudak tabancayı çekmiş. Bereket versin, orada Lehistan Elçiliği ateşemiliteri varmış. Recep Zühtü'nün kolundan tutup tabancasını elinden almış. Az kaldı zavallı adam karısının güzelliğine kurban gidiyormuş. Müfsidler dediler, "Artık bu zamanın Köroğlu'su oldu. Bu memlekette yaşanmaz." Yanlış, bu bir tezvirdir. Çünkü herkes çiftliğinde arada bir tavuk, horoz öldürebilir. Türkiye Atatürk'ün çiftliğidir. Mordudak da onun sevgilisi. Bundan tabii bir şey olmaz. Hem herkes çirkin karı alsın. Sen güzel al, gel iştiha arttır. Olur mu? elinden alır ya... Vermezsen pek ala öldürür."
Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım S. 1798 / 1799
Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım S. 1358 / 1359
"...Yaz idi. Derhal Sinop'a gittim. Büyük bir faaliyetle ve çiftlik işlerini tanzime koyuldum. altı ay kadar amele ile çalıştım. Artık oldu. Vakıa tamamiyle istediğim hale koyamadım ama şimdilik kafi. Kütüphanenin içini boyatmak, kalorifer koymak, çiftliğe büyük bir ahır, mutfak yapmak ara için büyük bir kanal da açmak istiyordum. Hem vakit kalmadı, hem de daha onbin lira kadar para istiyor. Bana ise Avrupa'da para lazım. Hem de eylül bitti, mevsim de müsait değil.
Bu esnada Sinop'a Recep Zühtü geldi. Akif'e misafir oldu. Akif bunu avucuna almış, bu sayede Mustafa Kemal'in gözüne girip meb'us olacak, para vuracak. Recep Zühtü ile görüşmedim. ve gelişinden şüphelendim. Derhal muhafız tertibatı aldım. Geceleri sokağa çıkmıyordum. Ne iyi etmişim. Bir gece haremim bir takım kadınlarla ve biraderim Şükrü yanlarında olduğu halde misafirliğe gittiler. Gelirken bizim eve yakın bir yerde bir kurşun Şükrü ile refikamın kulakları arasından geçer. Refikam bunu gelip söyledi. Anladım. Demek beni de sokakta harcayacaklar. Kardeşimi ben zannedip attılar. Demek Gazi beni öldürtecek. Recep Zühtü bunu maalesef yaptırdı. Artık bir dakika durmak caiz değildir. Binanın bir kısmı boyanmıştı. Yarı bıraktırdım. Ahır ve mutfak için üçbin çimento blok döktürmüştüm. Bunların inşasından vazgeçtim. Sinop'taki notlarımı ve lüzumlu evrakımı aldım. İlk vapura binip İstanbul'a geldik. Haremim de morfinden son derece perişan. Şimdi gidip Ankara'daki işleri görmek lazım. Katib-i Adilde Ankara'daki bağları satması için eczacı Hüseyin Hüsnü'ye bir vekalet yaptım. Avrupa'ya şüphe uyandırmadan gidebilmek için bir oynu da lazım. Haremime "Ben Ankara'ya gittikten sonra fena hastayım, çabuk gel" diye bana bir telgraf çek. Ankara'ya gittim. İşleri düzelttim. Refikam da bu yolda bir değil iki telgraf çekti. Bunları Meclis Reisine gösterip izin aldım. Gideceğim gün, Meclis'te Yusuf Kemal beni buldu, dedi ki: "Recep Zühtü geldi. Rıza Nur'la aramızdaki nedir? Görüşelim. Ne istiyorsanız verelim. İhtilafı kaldıralım" dedi. "Görüşelim de uyuşalım. Bu böyle sürmez" dedi. Dedim ki: "Şimdi mümkün değil, haremim fena hasta. Bu akşam gideceğim. Avdetimde görüşürüz. Ona öyle söyle." "Peki git de gel, bu işi bitirelim" dedi. Yusuf Kemal'e dedim ki: "Yahu, görüyorum ki sen artık dalkavuk olmuşsun. Hem de Mustafa Kemal'e yanaşamıyorsun. Mahmud Esad gibi birine dalkavukluk ediyorsun." Yüzü kıpkırmızı oldu. Durdu. Nihayet içini söylemekten kendini alamadı ve dedi ki: "Ben her ne pahasına olursa olsun, bunlarla uyuşup mevkiye geçmeğe karar verdim. Mahmut Esat iyi vasıtadır. Onunla ötekilere yine çatarım." Bu sözü üzerine Yusuf Kemal'den daha ziyade soğudum. "Ala" deyip çekildim. Trene atlayıp İstanbul'a geldim."
Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım S. 1394-1395
"...Recep Zühtü çingene olduğu halde adam asmaz. Çinsinin töresini bozmuş, tabanca ile vurur. Ankara tanrısı Atatürk'ün en kahraman kullarındandır. Çok adam öldürdü. Öldürdüğü adamların sayısı Bozok Salih'in Kılıç Ali'nin öldürdüklerinden çoktur. Hatta Çengel köyünde bir kızı evlenme vaadi ile aldatır, metres yapıp iki yıl kullanır. Nihayet kız: "Hani karını boşayıp beni alacaktın" derse de olmaz. Kız aldatıldığına kızar, Recep Zühtü'nün ona aldığı elli bin liralık mücevheratı geri gönderir, Recep Zühtü kızıp bir akşam üstü polis müdürünü alıp beraber Çengelköyüne kızın evine geldi. Kızı dokuz kurşunla vurdu. Böyle kahramanlık daha görülmemişti. Atatürk böyle yiğidi kaybetmek istemezdi. Çünkü millet için lazımlı adamdı. Etrafını hep böyle çingene, arap ve emsali ile doldurmuştur. Çünkü kahramanlar bu milletlerden yetişir. Hem de ne yapalım, Türkü sevmez. Hemen hekimler, hakimler gönderdi, işi kara kaplıya uydurdu. -uymadı diyen garezkarlar var ama halletmişler- Bu hekimler, hakimler onu beraat değil mahkemeye bile yollamayıp men'i muhakemesine karar verdiler. Hem bu suretle medeniyet alemine Türkiye'nin hakimlerinin dirayetini, Türkiye'deki adaleti parlak bir surette göstermiş oldu. Atatürk ne harikadır! Böyle adi bir vesileden millet için ne büyük bir şeref çıkardı.
Atatürk başbakan general İnönü'yü de çağırtmış, demiş ki: "Millet Meclisi'ne yaz da orada bir halt karıştırmasınlar, oturdukları yerde otursunlar." İnönü de Meclis'e resmi bir tezkere yazıp onda: "Recep Zühtü gayrimeşru kullandığı bir karıyı öldürdü. Bunda mes'uliyeti mucip hiçbir şey yoktur. Tevkif ettirmedik ve ettirmeyiz. O anda Recep Zühtü kendine malik değildi, ne yapsın. Bu kadar kullandığı ve daha da kullanmak istediği kadın olmaz demiş. Bunu işitince Recep Zühtü'nün gözü dönmüş, aklı zıvanasından çıkmış, tabancasını çekip vurmuş. Aklı zıvanasından çıkar ya. Çıkınca da vuru ya. Madem ki böyle olmuş, tabi mes'uliyeti yoktur. Polis müdürünün cinayette hazır bulunmasına gelince: Cumhurreisi veya başvekil ben bizzat cinayette bulunacak değiliz ya. Bize vekaleten polis müdürü bulunmuştur. Usül böyledir. Bundan tabii bir şey olamaz. Bilesiniz!!! Ha!!!" demiş. Celsede bu okununca meb'uslar: Biz ne dedik? Kime gözünün üstünde kaşın var dedik? Cumhuriyetten beri böyle şeyler hemen hergün oluyor da birgün sesimizi çıkardık mı? Bunu yazmağa lüzum var mı idi sanki?" demişler.
Atatürk'ün bu harikavi işine, dahiliğine, Türler de, Avrupılalır da öyle hayran oldular ki, birden dudaklarını ısırıvermişlerdir. Demişler ki, henüz böyle ültra-harika yalınız Türk Hukuk Tarihinde değil, Avrupa'nınkinde de görülmemiştir. Ama müfsidler durmadılar. Dediler ki, "Adaleti, memleketin kanunlarını, milletin şerefini, namusunu, bir çingeneye feda etti." Onlara derim ki: "Öyle etmesin de bir çingeneyi bir orospuya mı feda etsin?" Yine dediler ki: "Bu rezaleti elaleme karşı böyle nasıl yaptı? Cumhuriyetin alnına kara leke sürdü. Bu adamda hiç utanma yoktur." Yalan değil, evet, Atatürk hiç utanmaz. Onun en birinci meziyeti budur. Bu maskaralar unutuyorlar ki, tanrıların sıfatları arasında utanma sıfatı yoktur. Bu aralık üniversite talebesine profesörleri bir derste Atatürk'ün cumhuriyetinin büyük adaletinden bahseder. Adam bu adalete hayran olmuş. Bu tesirle bu tersi vermiş ise de talebe hep birden kalemlerini sıralara vurarak "Ya Recep Zühtü... Ya Recep Zühtü..." diye bar bar bağırmışlar. Rezalet olmuş. Tabi bunlar henüz talebedir. Akılları ermez, asıl ben müfsidlere kızıyorum ki, söyledikleri sözler pek ağır ithamlardır. Yine bir takım müfsidler de "Hadi, Mordudak cinayeti işlemek için orada idi. Polis müdürü ne diye oraya geldi? Demek cinayette ortaktı. Her yerde polis kaatili tutar, mazluma yardım eder, bu kaatile yardım ediyor, halkın canını korur, bu halkı öldürtüyor." dediler. Bu adamlar mutlaka her eyi kötü gözle görürler. Polis müdürü oraya ne diye mi geldi? Ayol, bir cinayet yerine kim gelir? Polis gelir, Mordudak büyük ricalden ve asil bir zat olduğundan onun cinayetine polis neferi yerine polis müdürü gelmiştir. Bundan tabii, bundan kanuni ne vardır? Bunu fena tefsir etmeğe lüzum var mı? Hatta bu polis müdürü o kadar dirayet göstermiştir ki, cinayet yerine cinayetten evvel ve cani ile beraber gelmiştir. Bu bir harikadır. Daha dünyada görülmemiştir. Yalınız bu işte teessüf edilecek bir şey varsa o da Ata Tanrının böyle kıymetli bir polis müdürüne mükafat verip büyük bir mevkiye tayin etmemesidir. Yine bazı müfsidler, "Hadi bu polis müdürü dirayeti ile orada idi. Niye caniyi tevkif etmedi?" dediler. Bunlar cahildir. Meb'us tevkif edilemez. Bilmiyorlar. Fakat sen bana "Bu cürmü meşhuttur. Meb'us da tevkif edilir" desen buna cevap bulamam. Bir takımları da yine İsmet'e cevap olarak, "Mordudak deli mi imiş?" Cinayet işleyen herkes, haklı da, haksız da olsa o an için deli gibidir. öyle olmasa zaten cinayet işleyemez. Lombrozo bunu pek güzel yazmıştır. O halde diğer kaatilleri niye tevkif ediyorlar?" dediler. Buna da cevap veremeyeceğim. Bir takımları da, "Ah o doktorlar. Türk hekimliğini rezil ettiler." dediler. Buna cevabı hekimler versinler. Müddeiumumi prosedürü çiğnedi dediler. Buna da cevabı avukatlar versinler.
Kılıç Ali, Bozok Salih ve cellad arkadaşları bu vak'a üzerine Recep Zühtü'yü kıskanmışlar, bir toplantı yapıp demişler ki, "Atatürk artık bunu sever, bizim pabucumuz artık dama atılmış demektir. Biz de yeni birkaç kişi daha öldürmeliyiz." Bu kararı yakında icra edeceklermiş. Hakları var.
Metresini öldürdükten sonra Recep Zühtü'nün üsületlu kanı kaynamış. On gün istirahattan sonra Beyoğlu'nda Park Otel'e gitmiş, orada bir adam karısı ile oturuyormuş, kadın güzelmiş. Mordudak imrenmiş, bunların mamasına gidip kadını almak istemiş, kocası ayağa kalkmış, laf kavgası olmuş. Mordudak tabancayı çekmiş. Bereket versin, orada Lehistan Elçiliği ateşemiliteri varmış. Recep Zühtü'nün kolundan tutup tabancasını elinden almış. Az kaldı zavallı adam karısının güzelliğine kurban gidiyormuş. Müfsidler dediler, "Artık bu zamanın Köroğlu'su oldu. Bu memlekette yaşanmaz." Yanlış, bu bir tezvirdir. Çünkü herkes çiftliğinde arada bir tavuk, horoz öldürebilir. Türkiye Atatürk'ün çiftliğidir. Mordudak da onun sevgilisi. Bundan tabii bir şey olmaz. Hem herkes çirkin karı alsın. Sen güzel al, gel iştiha arttır. Olur mu? elinden alır ya... Vermezsen pek ala öldürür."
Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım S. 1798 / 1799
Hiç yorum yok: