Olan biten

Skibbe iyiydi bence


.
Skibbe iyiydi. Ben severdim. Planın işleyip işlemeyeceğini endişeyle merak eden, iyimser ihtimalden samimiyetle umutlu bir yüzle izlerdi maçları. Planda başkalarının hissesine düşen işler için başkalarına, kendisine güvendiğinden bile fazla güveniyor gibi de okunabiliyordu bu yüz. Değişik ama kesinlikle şık.

Değişik, kesinlikle farklı, şık olup olmadığı konusunda bir şey diyemem ama hayli yadırgatıcı olduğunu söyleyebileceğim bir başka örnek olarak önceki Alman Milli Takımı Teknik Direktörü Klinsmann geliyor aklıma. Bu bizdeki Reijkard bence biraz öyle. Nasıl mı? Bunlar bize kenardan, futbolla alakası henüz kendisine kahramanlar arama çağında olanların alakası çapındaymış gibi, saflık mı desem, tuhaflık mı desem, acemilik mi desem, bir takım desenler diyeyim en iyisi, tamam, bir takım desenler gösterir ara ara. Bilhassa takımının gol attığı anlarda. Bedeni zorla sürüklendiği belli bir debelenme hareketine uyum gösteremekten ızdıraplı. kararsız, ama bu haliyle insanı izlemenin haram oluşuna da fazla güvenemiyor. Bir bönlük sektesi... Iyyy, limon yalamış gibi oldum. Tepkileri biraz Abdurrahim Albayrak'ı çağrıştırır. Şirin diyebilirim, evet. Kızmam ben, hiç kınamam. Yüzümdeki gülümsemeyi küçümseme olarak anlamayın n'olur.

Bence bunlar zaman sarartarak mertebelere erişme işi. Lucescu haline gelmenin uzun bir yol katetme şartına bağlı olmasından doğal ne olabilir?

Fatih Terim'in değişikliği, hep birilerinin aynısı olmaya çalışmasından geliyor. Biraz öğrenilmiş, edinilip, mülkleştirilmiş bir tavır.

Bak Mustafa Denizli öyle değil. Ayol hayatta kabul edemem.

Mustafa Denizli'nin adı zannederim Lucescu'dan sonra da konuşulmuştu. Fatih Terim ve daha bi'kaç abuk ismin yanında. Yönetimde Reha Muhtar vardı, Sinan Engin'in, o yanyana durduklarında komik kaçan çiftler gibi manejer sıfatıyla ikinci defa yanyana getirildiğinde olmalı.

Bir felaket haberine nasıl muamele edilirse öyle karşıladım durumu. "Durun yahu" dedim. "Bu kadar üstüne gelinir mi insanın? Önce şu Reha Muhtar'la Sinan Engin meselesini hazmedelim."

Böyle söylemiştim işte. Kimsecikler yoktu etrafta, kimseler duymadı. Ama itiraf etmezsem çatlıycam.

Varlığına alışamadan kocayacağımdan korktuğum Yıldırım Demirören ne demişti imza töreninde, daha önceki "Ben başkan olduğum sürece Mustafa Denizli bu kapıdan içeriye giremez" efelenmeleri için? "Benim atıp tutmalarıma değil, Beşiktaş'ın çıkarına yaptıklarıma bakın." Yani, "Ben arada öyle saçmalarım. Bazı dersleri kanaat notuyla geçsem olmaz mı?" diyor.

Yahu, başkanı saçmaladığını açıkça söyleyen kulübün tabelasında ne yazabilir? Öyle öyle gözetilmiş menfaatler nerelerde stoklanır da kulübü abad eder?

Şahsen, felaket ihtimallerinden en azından birini, salimen atlattığımızı bana düşündürmüş olan bu sözler sayesinde derin bir "oh" çekmişliğimin de bulunduğunu itiraflarıma eklemek isterim. Tarafıma geçmişlerin gözümü uğrattığı yanılsamadan mıdır bilemem ama Mustafa Denizli'nin Galatasaray'da, Fener'deyken muhtemelen sinir olduğum, küçümseyici alaylarıma muhatap bıraktığım tavır bildirimleri şimdi bana, düşman üstüne sallanmış birer bayrak kılığında görünüyor.

Bu hepsini aşar. Bu, çığlıklardan vahşi... Bu, boğalardan daha denetimsiz... Bu, bekçi düdüğünde kaçışmak gibi bir şey.
.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.