Olan biten

Başörtüsüne İngiltere modeli

Daha önce MHP'nin tuzağına düşerek Anayasa Mahkemesi'nde kapatılması istemiyle yargılanan ve "Laikliğe karşı hareketlerin odağı" olduğu kayıtlara geçen AKP, CHP'nin türban konusundaki önerilerine temkinli yaklaşıyor. Kılıçdaroğlu'nun model olarak İran ve Pakistan gibi en uç örnekleri teklif etmesi, AKP cephesinde tuzak endişesini iki kat artırdı.

Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi, başörtüsü tartışmalarına İngiltere modelini önererek katıldı. İngiltere'deki uygulama ölçüsünde bir başörtüsü serbestisinin yürürlüğe girmesi halinde örtünen kadınların oranının derhal yüzde 70'e çıkacağını iddia eden Eygi, izleyen bir kaç yıl içinde başı açık kadınların oranının yüzde 10'lara düşeceği tahmininde bulundu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından İran'daki uygulamadan esinlenerek önerilen "azıcık ucundan görünsün" formülünü, "Gizli Yahudi ve Gizli Hıristiyanların" önerisi olarak niteleyen Eygi, "Gİzli'ler ne kadar mantıksız, ne kadar çelişkili... İran modelini teklif ediyorlar, neymiş orada kadınların saçının bir kısmı görünüyormuş... Bu adamlar ne kadar dar kafalı ki, İran'da tesettürün mecburi olduğunu, hiçbir kadın ve kızın, hatta turistlerin, diplomatların karılarının baş açık gezemediğini düşünemiyor." dedi.

Başörtüsüyle ilgili uygulamanın pazarlığa açık bir konu olarak görülmesini eleştiren Zaman Yazarı Ali Bulaç ise siyasilerin formül arayışı içende olmalarına tepkili. Ona göre başörtüsü konusundaki hüküm, değişik yorumlara yer bırakmayacak denli açık ve bu konuda Diyanet İşleri Başkanı bile tasarrufta bulunamaz. Bulaç, "Başörtüsünün hükmü, bir kadının kendisiyle nikâhlanabileceği herhangi bir erkeğin karşısına çıkarken veya onunla toplumsal alanda bir arada bulunurken "el, yüz ve ayakları" dışında kalan vücudunun tamamının örtünmesi, bu arada saçlarının da buna dahil edilmesidir. Bu dinî bir emirdir, bunu kimsenin değiştirmeye yetkisi ve hakkı yoktur." diyor.

Tartışmalara bir katkı da, Milliyet Yazarı Kadri Gürsel'den geldi. Türban ve/veya başörtüsü'nün sorunun kendisi yerine geçmiş aksesuarlar olduğunu söyleyen Gürsel'e göre, tıpkı "Kürt" yerine "Güneydoğu" denmesi gibi şifreli bir dil söz konusu. Türban sözcüğünün etimolojisi hakkında detaylı bilgiler veren Gürsel tartışmanın başlığını "tesettür yasağı" olarak öneriyor.

Başörtüsünün bir sorun olarak algılanmasının başlangıcında, ANAP kabinesinin bakanlarından Mehmet Keçeciler'in eşinin stilinin Kenan Evren tarafından beğenilerek başörtüsü yerine uygun bulunması var. Evren, dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı'ya "Ne güzel, gayet çağdaş şapka gibi bir şey giyiyor, ne kadar medenice, bari örtmek isteyen, başını bu şekilde örtse ne iyi olur" diyesiymiş. Bu tarzın "türban" adıyla anılması da, Doğramacı'nın hediyesi. Gürsel, Doğaramacı'nın "Lugat kitaplarına baktık, Fransa'da "türban" diyorlar. Bone gibi bir şey... Başını kapatmak isteyenler için bu önerildi. Şu an başörtüsü unutuldu, türban gündeme geldi. Birisi saçının görünmemesini istiyorsa ve bunu medeni olarak yapıyorsa bence ona yasak yok" sözlerini alıntılıyor.

Örtünmenin yeniden ve bu kez bir sorun olarak keşfedilmesinde, yasaklanmasının değil, modernleştirme girişiminin rol oynadığını belirten Gürsel, İran kentli kadınlarının kendilerini "çador" giyen köylü hemcinslerinden farklılaştırmak için tercih ettikleri tesettür tarzının Türkiye'de de türbana tercih edildiğini söylüyor.

İslami çevreler başörtüsü tartışmalarını miladı olarak 1968 yılında Ankara İlahiyat öğrencisi Hatice Babacan'ın kıyafeti nedeniyle derslere alınmamasını işaretliyor. Ancak konunun 12 Eylül'den sonra yeni boyutlar kazandığı konusunda fikir birliği var. Bugün gelinen aşamada başörtüsüne muhalefet keskinliğini büyük ölçüde yitirmiş görünüyor. Buna rağmen, Geçmişte Anayasa Mahkemesi ile Danıştay'ın başörtüsü aleyhine verdikleri paralel kararlar ile bunlardan türetilen içtihadın oluşturduğu mevzuat, yeni bir düzenleme konusunda siyasilere fazla hareket alanı bırakmıyor.

Başörtüsüne özgürlük talep edenlerle mahkemeler arasında cereyan eden atakların ve kontratakların kronolojik özeti, Milliyet Yazarı Fikret Bila'dan:

1982’de yönetmeliğe konulan yasağa karşı Danıştay’a başvurulmuştu. Danıştay, başörtüsü yasağını hukuka uygun buldu. Bu karar üzerine yönetmelik değiştirildi ve çözüm olarak türban yönetmelikle serbest bırakıldı. Danıştay, bu kez türban hükmünü iptal etti.

1989’da YÖK yasasına Ek 16. madde getirildi. Üniversitelerde kılık-kıyafet serbesttir, denildi. Anayasa Mahkemesi, bu hükmü anayasaya laiklik, demokratiklik ve eşitlik ilkeleri açısından aykırı buldu ve iptal etti.

1991 yılında bu kez YÖK yasasına Ek 17. madde getirildi. Bu maddede “yasalara aykırı olmamak koşuluyla kılık-kıyafet serbesttir” hükmü yer aldı. Anayasa Mahkemesi, “yasalara aykırı olmamak koşulu”nun anayasayı kapsadığı, bu nedenle bu hükmün türbanı serbest bırakmayacağına hükmetti ve 1989 kararına atıfta bulundu. Danıştay da aynı yönde kararlar verdi. Konu AİHM’ye götürüldü; AİHM de yasağın inanç özgürlüğüne aykırı olmadığına ilişkin kararı uygun buldu.

Son olarak 2008 yılında MHP’nin de desteğiyle yapılan anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi yine aynı gerekçelerle iptal etti.

YÖK’ün şapkalı öğrenciyi sınıftan çıkaran öğretim üyesinin bu kararına karşı yazdığı yazı, yasağın fiilen kalktığını göstermiş oldu. Bu, YÖK’ün üye çoğunluğu ile rektörlerin değişmesinin bir sonucu olarak görülebilir.

1998’de ise tersi bir örnek yaşanmıştı. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde türbanlı öğrenciyi sınıftan çıkaran öğretim üyesine ceza verilmişti. Öğretim üyesinin hukuk yoluna başvurması üzerine Danıştay, ceza işlemini durdurdu. Öğretim üyesi, ayrıca tazminat davası açtı ve Yargıtay, öğretim üyesine tazminat ödenmesini onayladı.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.