Olan biten

Wikileaks: diplomatik lisanın renklerine bağladığı otantik kelimeler...

Mahalle bakkalından alacağınız bir paket kraker karşılığında ödediğiniz para, bildiğiniz gibi iç ticaret hadlerine sızan bir damla gibi kabın içine birikiyor. O minnacık damlanın milli gelir, gayrisafi milli hasıla, devletin doğrudan ve dolaylı vergiye konu ettiği matrah gibi rakamsal büyüklükleri karınca kaderince etkilediği de bilgilerimiz arasında. Bu minik alış-verişin yönünü değiştirip, aynı krakeri bakkala geri satarsanız, bu kez iç ticaret hadlerini aynı ölçeklerde etkileyerek kayıtlara işlenecek yepyeni bir ticari faaliyette daha bulunmuş olursunuz. Dolayısıyla, milli gelir, GSMH, vergi gelirleri gibi kaplara yeni bir damla daha ilave edilecek demektir.

Sıkı bir çalışmayla(!) bu yöntemi bir kalkınma stratejisi olarak kullanıp bütün bu makro ölçekteki rakamları ikiye üçe, dörde, artık kaça isteniyorsa o kadar katlamak mümkün. İş ki, sabah erken kalkalım, gayretimizden şevk ve imanı eksik etmeyelim.

Bu kalkınma stratejisi "para"yı spekülatif bir "şey" olarak anlamamız gerektiğini hatırlatır bize. Spekülatif, yani, terazinin kefesine konduğunda onu ancak, alalade bir asal sayının ağdırabileceği kadar bir ağırlığa, Adam Smith'in ruhu kadar bir hacme sahip bulunan...

12 Eylül bilindiği gibi, 11 Eylül'e kadar çatışan, herkesi tatmin edecek bir denge noktası bulamayan tarafları bir gecede uzlaştırdı ve allah ondan razı olsun(!) ki, ideal denge noktasını şıppadanak buluverdi. Bu dengeyle birlikte memlekete huzur ve istikrar geldi.

İşin bu tarafının böyle anlaşılması ve kesinlikle başka türlü düşünülmemesi gerekir. Sadece o günkü destekçilerinin tezahüratlarına dayanan bir teşhis değil bu. Ne zaman dengeye, huzura ve istikrara ihtiyaç duyulsa benzer çözüm alternatiflerinin akla geldiğini de unutmamak lazım. Hatta askeri darbe karşıtı olduğundan hiç şüphe etmeyeceğimiz ama huzur ve istikrarın bozulmaması, devamı ve sağlamlaştırılması minvalinde son derece sivil hatta liberal diskurla konuşan iktidarlar bile, değişik dozlarda "zor" kullanmanın gereğine işaret eder.

Lakin, huzur, güven ve istikrar yapıcılığındaki maharetini eşsiz biçimde kanıtlayan 12 Eylül'ün faşist bir cunta hareketi olduğu da doğrudur ve başka türlü nitelenemeyeceği aynı kesinliktedir. Denklemi sadeleştirirsek, devlet zorunun kullanılması, çıkar çatışmalarını götürür. Geriye huzur içindeki toplum paydasıyla, güven ve istikrarın garantisi, zor kullanan devlet aygıtından müteşekkil bir bayağı kesir kalır.

Denklemi okuyalım: faşist zorba devlet eşittir, huzur ve güven ortamı içinde mest olmuş halk.

Negatif değerlerle kurulan denklemi de hatırlayalım: Devlet otoritesinin zaafı eşittir bir denge noktası bulamadığı için çatışıp duran çıkarlar.

O halde huzur ve güven ortamını da, devletin faşist aygıtı tarafından ikna edildiğimiz dengenin bir fonksiyonu olarak düşünmek lazım. Şu cümleyi yazabilecek durumdayız. Huzur ve güven ve istikrar, faşist devlet aygıtının bizatihi kendisi demektir. Huzur, güven ve istikrar, patronlarımıza veya amirlerimize ancak arkasından sövebilmektir. Kahkahalarımızı koyvermek için kaçık din ve ahlak bilgisi dersi hocasının kapıdan çıkıp gitmesini, suratımızın kaslarını kilitleyerek, dudaklarımızı ısırarak beklemek demektir. Dolayısıyla katlanılması zor, belki ve ancak geçici bir süre için üstesinden gelinebilecek istisnai bir durumdur.

Huzur, güven ve istikrar istisnaysa kural ne olabilir peki? Kural, toplumdan bunları çıkarıp attığımızda elimizde kalan, bir patlama halinde ortaya çıkandır elbette. Yani çatışmaların, bombalamaların, soygunların ve yağmalamanın dilinden konuşan, bendini aşmış potansiyeller ve onun küfürlü, kahkahalı gümbürtüsü. Ve şu ana kadar herhangi bir itiraza uğramamış kanıtlarımın da gösterdiği gibi, tekdüze olan, kanlı olan, adaletsiz olan, faşizan olan bu gümbürtü değildir. Huzur, güven ve istikrar, çatışma konularını aşarak bir denge noktası aramaz. Onları dondurarak örtüler. İktidarının bütün olanaklarını paylaştırdığı iki şeyden biri bastırmak ve bastırılmış tutmaksa, öteki de gerçekleşmesine engel olduğu çatışmaların algılanabilir olmaktan çıkarılmasıdır.

Wikileaks belgelerinin yayınlanmaya başlamasıyla anlaşıldı ki, diplomasi sözcüklerden mahrum bir dille konuşmaktadır ve bundan epeyce sıkılmıştır. Diplomasi, dilini sözcüklerle değil, posizyon almakla, tavır göstermekle, mesafe, hiyerarşi ve şiddet imgesiyle kuruyor. Sözcükler, diplomasinin konuşurken kullandığı dilden ziyade, onun hakkında konuşulurken kullanılan dilin hempası. Hakkında konuşulurken sarfedilen sözcüklerin bolluğu, diplomasinin dilinin zengin oluşuna değil, askine hiç konuşmayışına yorulabilir. O kadar söz dışı bir dil ki bu, bizatihi sağırlık, en güçlü mesajı vermenin güvenilir bir yolu olabiliyor. Diplomasi, hantal buz kütleleri gibi gövdesini suyun altında tutanın, suyun üstünde gösterdiği çehreden başka mesajı olmayanın, dolaysız dili.

Diplomasinin konuşmayışına, yani söylemeyişine ve duymayışına makul açıklamalar getirme işinde olanlara diplomat diyoruz. Doğaldır ki konuşmalarını gerektiren çok konu olmaktadır ve başarıları, konuşurken sözcüklerine bulaştırmaksızın gözönünde bulundurdukları ihtimallerin ve varsayımların isabetine bağlıdır. Bunlar, sonradan (ki, her an o yönde bir ihtiyaç ortaya çıkabilir) hiç söylenmemiş hükmünde sayılmasına cevaz veren sözlerle örülmüş bir dili kullanarak, diplomasinin sözsüz gramerine yaklaşmaya çalışırlar. Meslekleri böyle tanımlanabilir.

Wikileaks belgeleri, diplomasiye, bu dünyadan silinip gittiğimizde beraberimizde götüreceğimiz dilden kelimeler veriyor. Fiziki coğrafyanın, eş yükselti eğrilerinin, platoların, yazları kurak ve sıcak, kışları ılıman geçen çöl havzalarının dile gelmesidir. Ve dağ yamaçlarına kulak armağanı...

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.