Olan biten

Demirtaş: Hükümet bilinmeyen bir dilde konuşuyor

KCK davasında Kürtçe savunma yapmanın engellenmesinden AKP Hükümeti'ni sorumlu tutan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ifade özgürlüğü konusunda ikiyüzlü davranmakla suçladığı hükümetin bilinmeyen bir dilde konuştuğunu söyledi.

Demirtaş'ın grup konuşmasından satırbaşları şöyle:

Türkiye'de okumaz yazmaz oranı yüzde 13. Engelliler içinde okuma yazma bilmeme oranı yüzde 26 seviyesinde. Türkiye genelindeki işsizlik oranı yüzde 15'ken engelli işsizlerin toplam engelliler içindeki oranı yüzde 78. Bu oran kadın engelliler söz konusu olduğunda yüzde 93'e çıkıyor.

Sana çeyrek altın mı atsınlar?

Geçtiğimiz günlerde Ankara'da 40'tan fazla öğrenci gözaltına alındı. Hükümetin gözaltı politikalarını kınıyorum. Gözaltındaki öğrencilerin derhal serbest bırakılmasını talep ediyorum. Üniversite öğrencileriyle omuz omuza mücadele etmeye özgür demokrat özerk üniversite gerçekleşinceye, parasız üniversite hakkı sağlanıncaya kadar bütün mücadelelerinde yanlarında olduğumuzu bilmelerini istiyorum.

Üniversitler iktidarın istediği şekilde yönlendirebileceği mekanlar değildir. 12 Eylül üniversitelerde ne yaptıysa AKP bugün aynısını yapıyor. Bugün her yerde cemaat örgütlenmesinden sözediliyor.

Bir tek slogana tahammülü olmayan iktidar kendini demokrasi havarisi gibi sunuyor. Başbakan "yumurta atmak demokratik hak değildir" diyor. Nedir peki? Demek ki yumurta atan öğrencileri gözaltına alın, tutuklayın, dövün demek istiyor. Slogan atmak demokratik hak değil. pankart, afiş demokratik hak değil. Nedir o halde demokratik hak? Öğrenciler yoksul, ancak yumurta atabiliyor. Çeyrek altın mı atsınlar sana? Slogan atacaklar tabi. Pankart asacaklar, afiş asacaklar.

YÖK hakkında tek önerimiz var: YÖK yok olacak.

Sayın başbakanın gösteri ve yürüyüşle ilgili hakları bütün Türkiye'nin anlayabileceği bir dille yeniden tanımlamasını istiyoruz. Hükümetin başı olarak, demokratik haklar konusundaki sınır nedir? Herhalde Başbakan iyi bilir. Çıksın açıklasın. Bir liste yayınlasın. Yumurta atmak yasak, mesela pırasa atmak serbest mi? Domates atmak özgürlüğe girer mi? Bütün bunları bir liste halinde yayınlasın bakalım. Hangi sloganları atarlarsa öğrenciler gözaltına alınmaz. Mesela Başbakan'ın lehinde pankartlar dolayısıyla gözaltına alınma riski var mıdır?

Özgürlüklerin sınırını halklar çizer, yasalar da değil. Sizi bir toplantıda övmek ne kadar meşruysa, aynı toplantıda protesto etmek de o kadar meşrudur, öğrencilerin demokratik bir hakkıdır.

Üniversitelerin ve öğrencilerin üzerindeki en büyük baskı organı YÖK'tür. Bugün YÖK'e en çok sahip çıkan da bu hükümettir. YÖK, Kenan Evren'in 12 Eylül'ünün yarattığı bir kurumdur. Daha bir kaç ay önce referandumda "darbecilerden hesap soracağız" diyen zihniyet bugün darbecilerin yarattığı kuruma sarılarak öğrenciler üzerinde baskı uygulamaktadır. Çünk YÖK şu anda kendilerine hizmet ediyor. Çünkü YÖK şu anda iktidarın frekansıyla hareket ediyor.

Ne yapacaklarmış, YÖK'ün ismini ve logosunu değiştireceklermiş. Bu Diyarbakır Cezaevi'ni yıkacağız diyen zihniyetin YÖK konusundaki çözüm önerisidir. Zindanı yıkarak oradaki işkenceleri, faşizan uygulamaları unutturmak isteyen zihniyet YÖK'ün ismini ve logosunu değiştirerek YÖK'ü aklayacakmış. YÖK için tek bir çözüm önerimiz var: YÖK, yok olacak. O kadar. Logosuyla, ismiyle, binasıyla, yönetimiyle... Başka bir çözüm yoktur. Tümden kalkmadığı müddetçe üniversiteler özgürleşemez. Şu anda üzerinde baskı olmayan hiç bir üniversite yoktur. Muhalif olarak görülen her renk, her ses, her yazı, her konuşma, her yürüyüş cezalandırılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir soru önergesine verdiği cevapta Türkiye'de en olaysız üniversite Van 100. Yıl üniversitesi olduğu belirtiliyor. Burada hiç bir olay kaydedilmemiş. Sadece bu üniversitede 469 öğrenci disiplin cezası almış, 22 öğrenci ise okuldan atılmış. Hiç bir olay yok. Olayların meydana geldiği üniversiteleri siz hesaplayın.

Bütün üniversitelerde AKP'nin devlet eliyle yürüttüğü sinsi bir operasyon sürdürülüyor. Bir yandan cemaatleşme, bir yandan muhalif seslere karşı toplumu teslim alacak baskı uygulanıyor.

Üniversite öğrencilerinin demokratik direnişleri bizim için onurdur. Direnen bütün gençliği buradan selamlıyoruz. Düşüncelerinden dolayı tutuklanan, baskı altında tutulan bütün öğrencilerin cezalarının kaldırılması ve serbest bırakılması için mücadelemizi sürdüreceğiz.

Bir gece ansızın zenginleştik

Türkiye geçen hafta içinde bir gece aniden zenginleşti. Bir sabah uyandık, satın alma paritesine göre kişi başına milli gelirimiz 15 bin doları geçmiş. Akşam farkıda değildik ama sabah dikkatli bakınca gördük ki böyle bir zenginleşme olmuş. Bakanlar Kurulu bir karar alarak, TL'nin dolar karşısındaki paritesinin hesaplanmasını değiştirdi. 1,159'dan, 0,982'ye göre hesaplanacak dedi ve böylece kişi başına milli gelirimiz 15 bin doları geçmiş oldu.

Daha önce de söyledik, ekonomik kriz Türkiye'de bir grup AKP zenginini teğet geçmiş olabilir. Bir grup sizin zenginleştirdiğiniz kapitalist çevreleri teğet geçmiş olabilir. Bu anlaşılırdır ve doğrudur. Ama emekçinin, ezilenin, yoksulun tam yüreğinden vurdunuz, ne teğet geçmesi.

Bu satınalma paritesinin hesaplanmasında yapılan değişiklik beli Türkiye'de oturtulmaya çalışılan ekonomik anlayışın somut bir örneğidir. Şunu yaptılar, bir kişinin elinde diyelim ki 100 TL var, diğerinin elinde 100 ABD doları var. Bununla yumurta alacaklar, 100 TL ile gelen yumurta miktarı farklı, 100 dolarla gelen yumurta miktarı farklı. Buna Bakanlar Kurulu karar verdi. Türkiye'de yoksulları emekçileri gözeten bir ekonomik politika uygulanmadığının itirafıdır bu. Çünkü bu, borsada özellikle bir kısım spekülatörün cebine biraz daha para doldurmak anlamına gelir. AKP Hükümeti tam anlamıyla kapitalist, neo-liberal politikalara teslim olmuş, bölgesinde de emperyal amaçlar güden, içeride ırkçı milliyetçi, sağcı bir partidir. Sosyal politikaları, ekonomi politikaları, demokrasi anlayışı bu temel üzerine oturmuştur.

Türkiye'nin doğu ve güneydoğusundaki 22 ilde yerleşik bütün hanelerine giren aylık toplam gelir, İstanbul'daki ilk yüzde 3'lük dilimi oluşturan üst gelir grubunun gelirinin toplamıyla eşittir. Doğu yoksuldur, yoksul kalmalıdır. Kürtler yoksuldur, yoksul kalmalıdır. İşçiler emekçiler yoksul kalmalıdır. Kalmalıdır ki AKP'nin sadakasına muhtaç kalmalıdır. Türkiye'deki yoksul insan sayısı, 2003 yılında, AKP iktidarının ilk yılında yüzde 6,5 idi, şimdi yüzde 17,11'dir. Bu krizin Türkiye'yi teğet geçmiş halidir. Allahtan teğet geçmiş.

Biz sizin dininizden olmayacağız

Başbakan ve çevresindekiler, lüks güneş gözlükleri takarak, ciplerine atlayıp cuma namazlarına gidiyorlar. İslamiyet böyle bir din değildir. Bu AKP dinidir. AKP'nin yaratmak istediği dindir. İslamiyette komşusu açken mümin olan lüks ciplerle cuma namazına gidemez. Milyonlarca insanın çöpten ekmek topladığı bir ülkede lüks villalarda yaşayamaz. Böyle bir din yok. Halkımız bu dinin mensubu olmayacaktır, olmamalıdır.

Sosyal güvenliksiz güvenlik

Bingöl'e merkezi bütçeden ayrılan payın yüzde 33'ü güvenlik amaçlı. Sosyal güvenliğe ayrılan pay ise yüzde 2,4. Bitlis'te güvenlik için ayrılan pay yüzde 26, sosyal güvenlik için yüzde 3. Tunceli'nin bütçeden aldığı payın yüzde 56'sı güvenlik ihtiyaçlarına harcanacak. Bu payın yüzde 1,5'u da sosyal güvenlik ihtiyaçlarına harcanacak. Şırkan'da yüzde 51 güvenlik, yüzde 1,3 sosyal güvenlik.

Türkiye ortalaması rakamlarında, güvenliğe ayrılan pay yüzde 11, sosyal güvenlik harcamalarının ortalaması ise yüzde 22. Bugünden itibaren startını verdiğimiz seçim çalışmalarımızla bütün Türkiye'ye bu gerçekleri anlatacağız.

Kürt sorunu seni çözer

Cumhurbaşkanı Kürt sorununun seçimlerden sonraya ertelenecek bir sorun olmadığını söyedi. İyi polis-kötü polis mi oynuyorlar bilemiyoruz. Başbakan Kürt sorununu çözük diyor, "TRT 6'i açtık, Kürtçe pankart da asılabiliyor, daha ne olsun" diyor. "Kurs da var. Daha ne yapalım?" diyor. Aynı başbakan, 2010 Haziran'ında grup toplantısında, "Sorunu inkar edenler, görmezden gelenler, başını kuma gömenler, çözümü de anlayamazlar, algılayamazlar. Asırlara sari bir meseleyi, bir kaç paket açıklayarak bir kaç yasal düzenleme yaparak, çözemezsiniz". Aynı başbakan. Şimdi biz hangisine inanacağız. Lübnan'dan dönene mi, 29 Haziran Grup toplantısında konuşana mı?

Başbakanın Kürt sorununu anlama kapasitesi yok. Biz bunu anladık. Kürt sorunu, tarihsel bir sorundur, bir halkın halk olarak var olma sorunudur. Kürt sorunu bir halkın kendi anavatanında bir halk olarak özgürce yaşama ve kendini yönetme sorunudur. Kürt sorunu, kürtçe afiş asıp asmama sorunu değildir. Kürt sorunu kendi ana dilini para vererek özel kurslarda öğrenme sorunu da değildir. Kürt sorunu Türkiye'nin en büyük demokrasi sorunudur. Kürt sorununu çözme niyeti olmayanlar sonunda kendileri çözülmek zorunda kaldı. Niyetiniz varsa çözersiniz. Ama "ben oyalayarak bu işi götürürüm" derseniz, çözmediğiniz sorun sizi çözer. Mesut Yılmaz'ı, Ecevit'i, Demirelleri, Çillerleri nasıl çözdüyse, sizin yeriniz de onların yanı olur.

Kürt sorunu ile ilgili atılacak adımlar vardır. Defalarca dile getirdik, demokratik siyasetin önü açılmak zorundadır. Seçim barajı, Türkiye açısından tam bir demokrasi faciasıdır. Kenan Evren'in mirasına YÖK'te olduğu gibi AKP seçim barajında da sarılmaktadır.

13 sandalyemizin üstünde oturuyorsunuz

Eğer son seçimlerde baraj olmasaydı biz Adana'dan 1, Ağrı'dan 2, Diyarbakır'dan 2, Hakkari'den 1, Mersin'den 1, İstanbul'dan 3, Mardin'den 1, Urfa'dan 1, Van'dan 1 toplamda 13 milletvekilliğini kaybetmemiş olacaktık. Şu anda BDP'ye ait olması gereken 12 milletvekilliği koltuğunda AKP'liler oturuyor. Mersin Milletvekilimizin yerinde de MHP Milletvekili oturuyor. Bunun adı hırsızlıktır. Sen kediye kedi, katile katil dersin, biz de hırsıza hırsız deriz. Seçim barajı, Kürtler parlamentoya girmesin diye kondu. Seçim barajı psikolojik bir etkiye yol açıyor. İddia ediyoruz, seçim barajı düşsün, ilk gireceğimiz seçimde yüzde 10'u geçeceğiz.

Seçim barajı meselesi bizim açımızdan kapanmış bir konu değildir. Halen zaman vardır. Başbakan seçim barajını düşürmek zorundadır. Biz ondan lütuf istemiyoruz, ricada bulunmuyoruz. Gaspedilen hakkımızı geri istiyoruz.

İfade özgürlüğü en önemli konudur. Yüksekova Belediye Başkanımız Ruken Yetişkin, 6 Aralık tarihinden itibaren 10 aylık cezasını çekmek üzere Bitlis Cezaevine giriyor. İstanbul'da bir şölende tertip komitesi üyesi olduğu için. Geçen ay, Bitlis Kollupınar Belediye Başkanımız, aynı davadan ceza aldı ve cezaevine girdi. Kendisi belediye başkanıyken okuduğu bir şiir nedeniyle cezaevine girmiş bir başbakan döneminde sadece tertip komitesinde bulunmaktan dolayı iki belediye başkanımız cezaevindedir. Ruken Yetişkin, seni değil, bütün halkımızı on milyonla birlikte cezaevine doldursalar, bizi teslim alamayacaklar. Biz senin yanındayız. Cezaevine girsen de girmesen de Yüksekova'nın belediye başkanısın.

Ateşkes çağrısı yapanlar nerde?

Ateşkes çağrısı yapan liberaller, aydınlar, sivil toplum kuruluşları, hele bir silahlar sussun, neler olacak diyenler, AKP'ye baskı yapacaklarını söyleyenler, neredeler merak ediyoruz. Kaç ateşkesi daha heba edeceğiz, kaç ateşkesi daha heba edeceksiniz. Bu çağrıyı yapmış olan herkes, şu saatten itibaren artık AKP'den bunun hesabını sormalıdır. Bazıları bunu yapmak yerine bize saldırıyor. Bu anlayış, AKP ile birlikte teşhir olacak anlayıştır. Barız üzerinden hesaplar yapmak vicdansızlıktır.

Üç generalin açığa alınmasında da AKP'nin ikiyüzlü tutumu var. Askeri vesayetin kaldırılması mücadelesini en fazla verenlerin başında geliyoruz. Sizler orduyu anti-demokratik uygulamalarından dolayı alkışlarken direnen kesimlerden geliyoruz. Bugün üç generali açığa alabiliyorsanız, bu ödenmiş bedellerin sayesindedir. Eğer gerçekten demokrat olsaydınız, Muğlalı Kışlası'nın ismini değiştirirdiniz. Ceylan Önkol'un ölümüne neden olan komutanı da açığa alırdınız. Gerçekten demokrat olsaydınız, sadece bu üç generali değil, partinizdeki yolsuzluk dosyalarıyla yargılananların dokunulmazlıklarını kaldırıp belediye başkanlarınızı da açığa alırdınız. Siirt'te küçük çocuklara tecavüz eden kamu görevlilerini korumazdınız. gerçekten demokrat olsaydınız, Hrant Dink suikastinde sorumluluğu olan İstihbarat Dairesi sorumlusu albayı da açığa alırdınız. Kimi açığa alıyorsunuz? Ucu size dokunanları.

AKP bilinmeyen bir dilde konuşuyor

Diyarbakır'da devam eden KCK davasındaki tutum da ikiyüzlülük örneğidir. AKP'nin Diyarbakır İl Başkanı MYK üyeleri kürtçe savunmanın kabul edilmemesini protesto ediyor. Peki bu yasaları kim çıkardı? CMK 202. madde, yani arkadaşlarımızın anadilde savunma yapmasını engelleyen maddeyi kim çıkardı 2005 yılında? Siz çıkardınız. AKP olarak Kürtçe savunma yapma hakkımızı siz engelliyorsunuz. Eğer dürüstseniz, hadi bakalım 13 Ocak'tan önce 202. maddeyi değiştirelim. Yürekliyseniz, Diyarbakır'da başka, İstanbul'da başka konuşarak halkı kandırmaktan vazgeçecekseniz, buyurun bu maddeyi değiştirelim. Ama bu AKP'lilerin hepsi bilinmeyen bir dille konuşuyor. Biz anlayamıyoruz. Biz sahtekar ve riyakar bir dili anlamıyoruz, bu dili bilmiyoruz, tanımıyoruz.

Kenan Evren'i kıskandırdınız

Kurtalan Belediyesi çöp bidonuna Kürtçe "Belediye" yazdı diye, kaymakam çöp bidonlarını toplatmış. Kitap toplatıldı, resim, afiş, sinema filmi toplatıldı bu ülkede ama AKP döneminde çöp bidonu da toplatılmış oldu. Kenan Evren izliyorsa, "Vay be" demiştir,"Benim nasıl aklıma gelmedi"... Yuh olsun diyorum. Kurtalan gibi bir yerde, bidonun üstündeki iki kelime Kürtçe'ye tahammül edemeyen bir başbakan Lübnan'dan dönerken, "Kürt sorunu çözüldü. Daha ne yapalım?" diyor.

Bu sorunu çözmek için, "direne direne kazanacağız" şiarıyla hep birlikte yürümeye devam edeceğiz.

Grup toplantısı videoları

Çeyrek altın mı atsınlar?
YÖK yok olacak
Sıfır vukuatlı üniversite
Yüzde 3 yirmiiki ilin gelirinden fazla kazanıyor

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.