Olan biten

Monarşinin başbakanı...

Beşiktaş cumhuriyetinin başbakanı. Monarşik bir cumhuriyet ama bu. Monarkları var. Derin Beşiktaş var, sığ sığ gidenler var, merkez eğilimliler, çevrede çepeçevre yer tutanı var. "Marjinal zaten onlar" var, marjinal olanlar var... Majesteleri kendisini, hükümeti kurup, yürütme organının teşekkülüne memur etti. Takdim etti. Onun yapacaklarına ve yapmak istediklerine dikkat çekti.

Bu önde tuttuğu adamı, geri göndermek istiyor olsa, başarısızlık argümanını kullanmak zorunda değil. Yani görevden almayla ilgili hiç bir ikna edici açıklama yapmasına gerek yok. Ama bu, nereden ortaya çıktığı açıklığa kavuşturulamayan kamuoyu baskısını hesaba katmak zorunda. Eğer yoksa, ikna edici bir gerekçe aramak zorunda. Bulamıyorsa, beklemek...

Buyrun işte! Monarşik cumhuriyet, aynen 'parlamenter demokratik' sistemlerde olduğu gibi, demokrasiye inkilab ediverdi. Belki iş, "kimin kimi görevden alabileceği belli olmaz hacııı!" raddesine gelmedi ama, o koltuğun, geri alınamaz güvencelerle donatıldığı ve onların her birinin gayet kullanışlı olduğu bir altyazılı tezahürat repliği gibi, ta Bilal'in idrakine kadar ulaştı.

BBG evinde iyi izlenim bırakıp puan elde etmeye çalışan adaylar yarışıyordu. Dışarıda da bir, sicil ima eden, bir karakter eşkallendiren reyting ölçümleri durumu var sahiden. Bir iş adamı, Beşiktaş taraftarıysa, Beşiktaş'a sponsor olma başvurusunda bulunur. Bunu beklersiniz. Ama adam takım tutmuyorsa veya, reklam hamlesinin isabetini, her şeyden fazla önemsiyorsa, Beşiktaş'a sponsor olmayabilir. Reytinglere bakar.

İşte oraya çıkarılacak çehre bakımından traş olmak, losyon sürmek lazım. Zeki Önder Özen'in "pencere bey"ler dünyasından devşirilmiş olmasını, tesadüf saymayınız.

Barış isteyenlerin, nasıl bir talep kastettiğini anlayamıyorum. Mesela barışsever olmaya karar verirsek, Fikret Orman'ın, Mehmet Ağar'ı cezaevinde ziyaretini kardeşlik ve şefkat kucaklaşması olarak mı kabul etmeliyim? Evet. Çünkü kurtulduğumuz şey, kin ve öfke. Açıkça kinlenemiyorsan, açıkça haset edemiyorsan, açıkça ilan edilmiş olarak, düşmanlık besleyemiyorsan, zaten barış koşullarında yaşıyorsun demektir. Açıkça yapamayacağın başka şeyler mi arıyorsun yasağa gelecek? Daha ne kadar barışmak istiyorsun?

Oysa, asıl istediğimiz, düşman ilan edilmek. Düşman gibi dik ve başa bela. Özlediğimiz kucaklaşma değil, göğüs göğüse çarpışma...

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.