Olan biten

Ne boka yaradı ibne olmak?

Ganimet'in bana niye lazım olduğu sorusunu cevaplamam gerekse, ne diyeceğimi düşünmem lazım. Ben bunu hep, onda satacak bir şey gördüğümü söyleyerek açıklamışımdır. En azından, sonuçlarından gidersek, bu yanlış sayılmaz. Ganimet gayet iyi satar. Bunu başarmış değilsek bile, gösterdik. Beni mesela, Pembe Hayat'ın web sayfalarında habercilik yapma fikri çok heyecanlandırıyordu. Üstelik bu, Gani'deki şeyi satmak için de cuk oturan bir kanaldı. Yani ben, başka bir çok yerlerde, bir çok satacak şey gördüğüm iddiasında olmuşumdur. Bunlar denenmedi, çünkü o kadar da uzun boylu değildi. Neyse ki, Gani'deki iddiamın sınanmak gibi bir şansı oldu. Ondaki satılacak şeye dair fikirlerimin değil ama, kendisinden uzun uzun bahsedebilmesi gibi kraliçelere nasip olacak bir fırsatın cezbetmesiyle Gani, bize, yani, bana ve satılacak şeye, bu şansı tanıdı. Dolayısıyla bu açıklama sadece yanlış değildir.

Hatta, bu bile, epeyce zor yollardan meydan bulabildi. Bendeki fikirlerin (proje diyelim afili olsun) kabul görmesi nasıl bir nadirattandır, onu göstermeye çalışıyorum. Bana anlattığına göre Gani, benden önce de yazı yazmaya heves edermiş. Yazıları tayin edilmiş, (yav kızmayın, belirlenmiş demek istiyorum) biri veya birileri tarafından tüzel kişilik itibariyle süreçlerimize zarar vermeyecek biçimde düzenlendikten sonra ancak başkalarının da görebileceği herhangi bir yerde yayınlanabilirmiş. Buna facebook profili dahil. Tabi. Ne yani, "aman sürece zarar gelmesin" lafı, Kürt barışçılarının ukdesinde midir sanıyorsunuz? İşte, bizim Gani'yle bir blog fikri üzerinde heyecanlandığımız gün, bana kendisinden bahsedilmemiş endişe, buymuş.

Gerçekten şifa gerektiren bir paronaya. Bir anda kendimi yeryüzünü ele geçirmiş uzaylı yaratıkların arasındaymışım gibi hissettim. Bu eğer, en hafif tabiriyle paronaya değilse, yani her yerde ve zamanda zaten böyledir ise, birinin, başka şekillerde teslim alınamayan muhalefetlerin, paketlenerek haşmetmeaplarına ikram edildiğini haber vermesi gerek. Başka şekillerde susturulamamış, bütün ifadelerin hürriyeti, karşılıksız olarak efendilerimize iade edilmiş bulunmaktadır. Bu o demek. Devlet dairesinde çalışan bir memur bile, hani şu "Biz 657'ye tabiyiz"ciler var ya, o bile 657'ye tabiyken, bu kadar evet efendim'e yanaşmaz.

Yok, Pembe Hayat istisnaysa, KESK'te filan böyle bir skandal hayatta olmazsa, sahiden bir örneğine daha rastlayamayacağımız türden bir sansür uygulaması olarak istisnaysa, neyin rahatsız edilmesinden endişe edildiğine bakmak lazım. Disiplinin kendiliğinden kıymet sayıldığı yerler gibi, herhalde Pembe Hayat da disiplin manyağı olduğu için bu sansüre başvurmuyor. Benim, bu konuda tahminlerim var. Bu konuda elime belgeler verseler ve bana "gördünüz mü işte, haklıymışım" deme fırsatı doğsa, sesime daha değişik bir tonlama seçmem. Bu tahminim o kadar da isabetli değilmiş meğer ki, ortaya çıksın, o zaman da size, gayet ölçülü bir tahmin cümlesi kurduğumu hatırlatırım.

Pembe Hayat'ın web sayfasından yayınlanacak haber veya yorumlarla birilerine rahatsızlık vermek, başka yerlerde tanınmayan bir hakkın kullanılması mı olur? Evet. Kimseye rahatsızlık vermeye hakkımız yok. Bunun önüne, şu iki ilkeyle geçiyoruz: Yazı veya haber, onu okuyacak kişiye bilgilenme hakkını kullandırıyor mu, bir, doğru bilgilenme hakkını kullandırıyor mu, yani verdiği bilginin gerçeğe uygun olduğunu varsayabilir miyiz, iki. Bu iki şartı yerine getirmiş her türlü metin, yayınlanabilir değildir; yayınlanmalıdır. Aksi, sansürdür. Sadece yayınlanmış olması değil, yayınlanmamış olması da sonuç doğurur.

Metnin, haber değeri (yani okurun ihtiyaç duyacağı bilgi) taşıyıp taşımadığına ve/veya ilettiği bilginin gerçeğe uygunluğuna kim karar verecek meselemiz var şimdi bir de. O sayfaların editörüne güvensizlik duymak için gayet geçerli nedenleriniz olabilir. Adam çatlak olabilir mesela. Her şeyi mükemmel bile olsa bu tek başına, güvensizlik için yeter gerekçedir. Çatlak olmayan birine bakınabiliriz. Peki, çatlak olmayan birini aramaya çıkacağımıza, bu derneğin başkanı ne güne duruyor? Ondan daha dengeli, daha makul, daha kavrayışlı biri olsa, zaten onu başkan yapmış olmaz mıydık?

Değil. Bu teklife evet diyeceksek, Tayyip Erdoğan'ın Tunus'tan Fatih Saraç'ı arayıp televizyon ekranından kayarak geçen altyazıyı değiştirebilmesinde bir tuhaflık görmüyor olmamız lazım. Size "bunda bir tuhaflık yoktur" demekle epeyce geniş bir (cumhurbaşkanı seçimi sonuçlarına göre yüzde 50'nin üzerinde) kesimin desteğini alacak bir fikri savunmuş olacağınızı müjdelemek isterim. Eğer hak mücadelesi yaparken, siz de evlerinizde yüzde 50'ler tutmuyorsanız, bunu savunmayın derim.

Neyse, şurada kalmıştık; biz blog için heyecan yapıyorduk da, bunu meğer hangi endişeli modernlerin gözleri önünde yapıyorduk, bilmiyormuşuz. Ganimet'le başlangıçta varmayı planladığımız sonuçlara ulaşamayan bir çok şeyden sıtkımızın sıyrılması yanında, ulaşılmış sonuçların hasıl edilmesinde birinci derecede etkili olmuş, uzun mesailer, günler geçirdik. Gani bendeki zekayı, onu kullanma biçimimi ilginç buldu. Bunu hissettirdi ve bu benim hoşuma gitti.

Artık görüşmediğim eski bir arkadaşım, insanların kendisini sevmesi için çırpınıp duran biri olarak teşhis etmişti beni. Psikiyatri seanslarında işbirliği yapsam, kendimin gıyabında konuşsam ve konuşulmasını davet etsem, nihayet bu noktaya gelir miydik emin olamıyorum. Gözüne far tutulmuş bir tavşan gibi kalakaldım. Sanırım kafam güzel olduğu zamanlarda kontrolüm dışına çıkıyor bu. "Evet yaa!" oldum. Ben, beni sevsinler diye çıldırıyorum. İnsanlar bu yüzden teklifsiz biçimde bana kızgınlık gösterebileceklerini düşünüyor. Daha geçen gün, "49 yaşına gelmişsin ama benim geldiğim yere gelememişsin" tadında bir azar işittim. Eminim, bu ermiş aşmış arkadaşımın hayatında, bu şekilde azarlayabileceği 49 yaşında bir arkadaşı daha olmamıştır. Farkettim ki, kredimi geri çekebileceğimden endişe edilmiyor.

Gani'nin zekamı ilginç bulması hoşuma gitti ama tuhaf biçimde, ilaveten bir de beni sevmesi o kadar aradığım bir şey değildi. Hakkımda sarfettiği bütün övgü dolu sözlere rağmen, o da sevgi duymanın duygusal zahmetine katlanıyormuş gibi görünmüyordu. Benim için bir şey yapmış olsun ve bunu sadece beni sevmesine yoralım; ya da yaptığı hiç bir şey yoktur ki, beni sevmesi dışında bir nedene bağlanamıyor olsun... Görseydi ki böyle bir talebim var, sanmıyorum esirgesin. Gani'nin beni övmesi, yeterli ve gayet lezzetliydi. Dolayısıyla, Gani'nin beni sevip sevmediği, tamamen konu dışı. Tabi, söylemek bile gereksiz, bu söylediklerimden Gani'nin aksine beni sevmediği anlamı çıkarılamaz. Ama bu meseleyi kurcalarken lafı getirmeye çalıştığım bir yer var.

Gani'nin beni sevdiğini göstermesi için bir fırsat oldu, evet. İşte bu fırsatı kullanmayı redderken, aramızdaki ilişkinin, ona beni sevme sorumluluğu yüklemediğini göstermiş oldu. Bu benim için kırıcı olmuştur. Hiç gereği yokken, ittifaklarımızın menzili ortaya çıkmıştır. Kendisine güvenemeyeceğimi bilmem gerekmiyordu ve ben bu bilgiyi talep etmiş değildim. Aramızdaki hukuka aykırı bulduğum bir şey yok. Bu hukukun icabı olarak üstlendiğim vecibeleri yerine getirmekten kaçınmam için bir sebep ortaya çıkmış da değildir. Ve, zaten ben, eskiden olduğu gibi, o anda da halen bu ilişkinin talep eden tarafında bulunuyordum.

Hala, Gani'nin bana niye lazım olduğu sorusunu cevaplandırmış değilim. Halbuki, bu yazıyı okuyup bitirenlere, bunu söylemeyi en baştan vaat etmiştim. Gani beni sevmekten sorumlu değil ama ben onu seviyorum ve katlandığım zahmetin açıklaması budur demem beklenmiyor herhalde.

Önce şurayı tamamlamama izin verin. Yukarıda, 49 yaşına gelmiş biri olarak kendisinden azar işittiğimi söylediğim şahsiyet, benim Pembe Hayat'a intisabımın müsebbibi olarak hesaba çekilmiş. Aramızda, aramızda kalması koşuluyla konuşulmuş kimi sırları faş'ediyormuşum. Bu doğru değil. Bunu söylemem lazım. Telefonda bana sarfettiği sözler karşısında hissettiğim, zehir gibi bir kızgınlıktır. Onu, benimle böyle konuşmaktan, şiddetle menederim. Kendisiyle aynı görüşleri savunduğumuzdan şüpheye düşmüş ve bunda hazmedilmeyecek bir şey bulmuşsa, beni azarlayabileceğine kanaat getirmeden önce 49 yıl yaşamış olmayı beklemelidir.

Bu ilaveyi, pat diye telefonu yüzüme kapattığı için kendisine söyleyemedim de, buracıkta bir gider yapayım diye araya sıkıştırmış değilim. Ondan hesap soranların isabetle teşhis ettiği gibi, evet o, beni Pembe Hayat'ın ve KAOS'un başına bela eden şahsiyettir. Pişmanlığı da, ben bizzat tanıklık ederim ki, samimidir. Haksızlık edilen konu, aramızda kalması koşuluyla konuşulmuş kimi sırları ifşa ettiğimle ilgili olan konudur. Bu doğru değil. Ama doğru olmaması, bu iddiayı bana yönelik sarfedilmiş bir küfür haline getiriyor. Bu küfrü, yenilerini ilave ederek sahibine iade ediyorum. Aramızda kalması koşuluyla konuşulmuş herhangi bir sırrı açık etmediğim gibi, bu koşul yüzünden açıklamaktan vazgeçtiğim bir sır da yoktur. Öyle sırların konuşulduğu masalarda oturmaya meraklı olmadım, rahat olun. Doğrusu ben, KAOS için bir bela sayıldığımdan da emin değilim. Şayet bu olmuşsa, yani hasbelkader KAOS-GL'nin başına bir bela getirmişsem, benim için müjdeli haber yerine geçer.

Sanırım aradığım buydu. Gani'nin bana ilave ettiği şey diyorum. Sınırsızca, paldır küldür, vitrin camlarını taşlar gibi söz söylemeyi tecrübe ettim sayesinde. Daha önceki hiç bir denememde olmamış biçimlerde, ana avrat yazı örülebileceğini farkettim. Ortaya çıkan şey, benim olamayacak kadar farklıydı. Bunlar, birer okuma yazılarıdır. Şöyle düşünelim, Balzac'ın hacimli bir romanını oturup kelime kelime yazıyorsun ve sonra Eugénie Grandet'yi yazmış oluyorsun. Buna yakın bir his.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.