Olan biten

Eyfel Kulesi niye var?

Kendileri ne kadar farkında, bilemem; insanların iki türlü arkadaşı olur: Bir, STK'da çalışanlar, iki, diğerleri... Benim STK'da çalışarak para kazanan, tenceresini bu sayede kaynatan tanıdıklarım var mesela. Hizmet sektörü dediğimiz uyduruk meslek hanesi, yani bir nevi yok-işler, daha ileriye götürülemez biçimde cıvımıştır buralarda. Hizmet sektörü zaten, ilk karşılaştığımızda tuhaftı. Galiba, bir tek o zaman tuhaftı. Züğürt Ağa, "ben bir ağayam" dediği için, marabalarından daha geç intibak edebildi bu yavşak sektöre. Demektir ki, izzet-i nefisten ve iradeden hisse satışı yapılıyor. Haysiyetin fazlası terkediliyor, emre amade refleksler tedavüle çıkıyor. Kıran kırana bir araba yarışı düşünün, en yavaş olmayı başaran kazanacak. İşte aynı hisselerden daha daha yüksek dilimlerde satışların yapıldığı piyasaya biz, STK diyoruz.

STK öyledir çünkü, buralarda çalışan insanlar dışında, kendini onlara kitle eden zevatın hangi ideal peşinde olduğu bilinemez. Çalışanlarının kendine ideal seçmekte zorlanmayacağı muhakkak. Yanlarında getirmemişlerse, derhal bir tane edinebilirler. Ama onlar niye?

Esasen bu konuyu ele alıyorum. Üzerinde uzun uzun düşündüm. şöyle sonuçlara vardım:

Bu STK'lar, benim de itiraz etmeyeceğim biçimde, kamusal nitelikli hizmet görmekteler. Hizmet için varlar bildiğimiz ve ben bunu itiraz konusu etmek bir yana, ileri sürüyorum. Mesela bunların meşgul olduğu projelendirilmiş 'iş'lere kategorik olarak, sosyal ney?... Hah, "sosyal sorumluluk projesi" filan denebiliyor. Neden kamu otoritesinin üstlenmediği için boş kalmış yerlere dükkan açabiliyorlar, asıl ona bakalım. Eskiden sosyal devlet diye gayet kitabî bir laf vardı. Devletin liberal burjuva demokrasilerinde ulaşabileceği en ideal noktayı işaretliyordu bu laf. İşte, bunlara dükkan yeri ayarlamak için yanyana duran bu iki lafı birbirinden ayırdılar. Özelleştirme İdaresi'nin lugatından konuşacak olursak, "sosyal" kısmını, önce özerkleştirdiler, sonra özelleştirdiler, hür teşebbüse açtılar. Zamanla bunlar, fon verenleri cezbeden projeler teklif etmekte marifet sahibi oldular. Fonların, hatırı sayılır bir kısmının uluslararası ve/veya ulusdışı kuruluşlardan geliyor olmasından hareket eden bağzı bağnaz çevreler, bunların kökü dışarda mihraklar olduğunu bir komplocu heyecanıyla ifşa etti. O zaviyeden bakınca bunlar, devletin milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve ülkenin bağımsızlığına kasteden hainlerin aleti olmaktalar.

Şimdi bu alarmla birlikte, yukarıda kendini neden bu STK'lara kitle ettiğini anlayamadığımı söylediğim birey kişiyi, acaba devletin yakınlarda yıkılacağı yönünde ümit veren bir dil mi konuşulmaktadır şeklinde bir soru eşliğinde yeniden hatırladım. Ben, o şahıs kişisine bu durum muvacehesinde idealsiz kalmış diyemem. Ben de şahsen, devletin bir şelale gibi şangırdayarak yıkılması vaat edilse, koşa koşa gider, adımı üye kayıt defterine yazdırırdım.

Ben üye formu doldurmak için acele etmiyorum çünkü, tüzüklerinde olduğu kadar aralarında döndürdükleri geyiklerde de insanlara muhalefet etmeyi öğretmeyi başlıca misyon sayan bu türedi devlet daireleri, devlet kendini yıkmayı ne kadar istiyorsa, ancak o kadar bu misyonu üstlenebilir durumdadır.

Muhalefet olmaktan vazgeçmek için aniden pek savunulabilir gerekçeler keşfeden, 12 Eylül'den sonra parka çıkarıp gravat kuşanmış bir şahsiyet çeşidi var, her halde bilinir. Çok tuhaf şekilde benzer yollardan geçerek bir gece aniden ermiş turfanda müslümanlar da tanıyorum. Bunlar gazetelerin en tepe noktalarına tırmandılar, meclislere girdiler, hükümet değiştirdiler, darbe tezgahladılar... İşte bu eşkal, bu alanın yoktan var edilebileceğini akletmiş zekanın sahibidir.  Orada çıkılabilecek en yüksek basamak, onun dayadığı merdivenin basamağıdır. Yoktan var edilmiş bir iş olmak, bu alanın "hizmet sektörü" diye tasnif edilen öteki iş kollarıyla ortak özelliğidir. Bunlar, aynı topraktan filizlenmiş bir radikallikle akrabadır.

Kaos-GL neyi başarmak ister? Misyonu nedir yani? Bütün erkekleri ibne haline getirmek mesela, bu popüler kitle örgütünün nihai hedefi olabilir mi? Cehaletimin ortaya çıkmasından çekinerek cevap veriyorum: bilmiyorum. Ama ulvi bir amaç peşinde olmaları beklenir. Çünkü çok meşguller. Sanırım, insan çeşidinin ibnelerden ve ibnelikten nefret edenlerini, bu nefretinden vazgeçirip ıslah etmek istiyorlar. Bunun ne kadar zorlu bir mesele olduğunu onlar biliyor. Ben bilmiyorum. Bilmeyişim sayesinde, "Evet sahiden, bu meşakkatli bir iştir" demem gerekmiyor. Her yıl, turizm istatistiklerindeki yekûnu kıpırdatacak büyüklükte bir kalabalık, bu derdin üstesinden gelmek için konferanslara akar, paneller düzenlenir, nümayişler sahnelenir. Derinlere işlemiş olması yüzünden homofobi, şeytan çıkarma tekniğinden farksız usüllerle ancak ortaya çıkarılabilmekte olmalı. Dolayısıyla uzmanlık isteyen de bir iş. Ama ibnelerin, bu meşakkati katlanarak büyüyen dert için, ilave bir zahmete katlanmaları gerekmez mi? 'Mücadele'ye vakfetmek için gündelik hayatlarından tasarruf edecekler, işlerinden güçlerinden kalacaklar. Daha fazla kazanmaksızın, daha az uyuyup, daha fazla çalışacaklar...

İşte bu meseleyi çözmek için çok kullanışlı bir formül bulundu. Zaten işin gücün, homofobiyle mücadele etmek isteyenlere hizmet satmaksa, artık zamanı kıt kanaat tasarruf etmen gerekmiyor. Nasıl fikir? Endişe etmenin değil, sevinmenin yeridir. Gelirken mesaiyi, önceki işyerinden buraya aktarıyorsun. Homofobinin artık, sizden çekeceği var demektir.

İman edin ki, 'hizmet' uydurulmuş bir iş eyleme biçimidir. Bir abesle iştigaldir. Gazeteler, reklamverene nasıl okur satarsa, bunlar da fonverenlere kurabiye kıvamında kitle ikram eder. Gazete ile STK'nın, reklamverenle de fonverenin aynı cümle içindeki bu barışık ikametlerinin, aralarındaki bu iyi komşuluk ilişkisinin geçici olmadığı, sanırım önümüzdeki üç vakitten önce daha iyi anlaşılmış olacak.

İbnelerinki, tercih midir, yönelim mi, bu konuda karar verilememiş olması çok kötü. Sadece götünü siktirmekten mi hoşlanıyorsun? O kadarcık mı? Bak, bunu aileye izah etmeyi deneyebiliriz. İnsanız sonuçta, gider konuşuruz, ne olacak? Homofobinin kaynakları üzerine sesli düşünüyorum. Kaşığı kırılmışlardan bunlar, orası açık. Pilav yarışı onların dışında cereyan ediyor. Onlar, maliyeti fatura edilmemiş bir mağlubiyetin yenikleri. Yenilgileri gerçekleşmeden dondurulmuş. Erkekler ibneye baktığında, en uzağa işeme olimpiyatlarında yenilmiş birini görüyor. Mesele şu: ibneler erkeğe baktığında ne görüyor? Yenilgilerine sebep bir şey midir gördükleri? Ve ama bu, görmek istemedikleri bir şey mi?

Meselenin açıklığa kavuşturulmasının benim açımdan lüzümlu hale gelişi pek yakın zamanlarda oldu. Pembe Hayat, bir transseksüel örgütüdür. KAOS-GL'den ayrılanlar tarafından kurulmuştur. Herhalde bir transseksüel örgütüdür. Başka bir şey yapmak için ayrılmış olmalısın ki, o yapacağın şey aynı zamanda KAOS-GL'de yapılamıyor olsun. Pembe Hayat, transseksüel örgütü olmakla, KAOS'ta yapılamayan neyi yapabilmektedir, tam bilemiyorum ama ibnelerin bayraktarlığını yapacağı hiç bir idealin kalmaması tehlikesine yol açmış olduğu kesin. Bunu nasıl yöneteceğiz? Sen koskoca bir KAOS, o kadar yürüyen projenin merkezinde duruyorsun ama kendini hayır işleriyle meşgul göstermekten başka sığınacak bir kuytu bulamayacaksın. Bu, senin kapını aşındıran "biz", neyin nesi? Kadın mıyız, değil miyiz? Kadın veya erkek değiliz ama başka bir şey miyiz? Var yani öyle. Peki bu başka olan şey mesela, kadın olduğuna iman etmiş erkekleri ve hayatının bir küçücük bir anını bile erkek olduğunu hatırlamadan geçirmemiş kadınları da aynı "biz"e mi ithal ediyor? Pembe Hayat'ın kurulması nereden icabetti diyorum. Sorum bu.

Hizmet arzı söz konusu olduğunda Pembe Hayat, yani transların hak mücadelesi, piyasaya gideri olan yeni bir ürün getiriyor. Pembe Hayat'ın kurulması için hangi gerekçenin üzerinde durulmuş olabileceğini araştırıyorum. Acaba, ancak trans hak mücadelesi yoluyla ve bu nedenle de ancak Pembe Hayat tarafından arz edilebilecek mamül bu yolla taşeron bir firmaya mı sipariş edilmiş oluyor? Zira trans, Pembe Hayat'ta en az rastlanabilen nesnedir. Taşeron demem ondan. Gani ve Buse dışında Pembe Hayat'ta trans yoktur. Belirtmek bile gereksiz, onlar kadın transtır. Diğerleri, ibnedir, lezbiyendir, şudur budur veya değildir. Ama trans kesinlikle değildir. Ve bu "diğerleri" kısmında anılanların hepsi, KAOS tarafından oraya tayini çıkarılmış zevattan olup, mutemet kişiliklerdir. Tayini oraya çıkarılmış tabirinde gevşemem gerekiyor olabilir ama trans idealini paylaşmadıkları tartışma dışıdır. Öteki ihtimal, translarla ibnelerin aynı bayrak altında bir araya gelmelerinin bir ve aynı ideali gerçekleştirmek için olması ihtimalidir. Evet, aslında KAOS çatısı altında işletilemeyecek olan maden, böylece atıl kalmaktan kurtarılmış oluyor.    

Ben bir erkeğim. Kadınlardan hoşlanıyorum. Bunun küçücük bir istisnası bile yok. Ama bugünlere gelene kadar ibne olmadığım için övünebileceğim hiç aklımdan geçmemişti. Trans olmadığım için övünebileceğim hala geçmiyor.

Bu, düpedüz bir din. Ve ben, en başından iman etmeyi reddediyorum. Sadece müstakbel günahkarlarımı değil, gelin görün ki şeytanı da ayartmam gerekiyor. Ben bu dine, konformizm derdim. Beğenmediyseniz, siz kendi koyduğunuz adla çağırın. Yeter ki şu noktada uzlaşalım. Karşı-homofobi, bu dinin en kudretli  mezheplerinden. Homofobi olmasa, düşünsenize, KAOS'un halini; başvuracağı kaynaklar, PKK'si olmayan Savunma Bakanlığı'nınki gibi bütçelendirilecekti. Savunma sanayii yatırımlarına, uluslararası ihalelere ayrılan kaynaklar da, Üsküdar Musiki Cemiyeti'nin güçlendirilmesine tahsis edilebilir. Sevaptır.

Bir din, en çok Eyfel Kulesi'ne benzer. Niye orada çakılı kalabildiğine akıl ermez. Eyfel kulesi hakkında sorulabilecek en esaslı soru, niye var olduğudur. Ama bu soru aynı zamanda, akıllara en uzak bir yerlerde ancak barınabiliyor. Varlığı bir şeye rağmen değil, bir zaferin övülmesi yahut bir yenilginin telafisi hiç değil. Kentlinin pratik bir ihtiyacına karşılık geliyor olsa, her yerde olurdu. Öte yandan bu, topoğrafik hadiseler sonucunda kendiliğinden oluşmuş bir yüzey şekillenmesi de değil. Aklıevvelin biri, onu oraya dikmiş. İşte ben o soruyu çağırmak istiyorum: Eyfel Kulesi niye var?


2 yorum:

  1. Eyfel kulesinin vakti zamanında neden dikildiğini herkes bilir, 1889 Dünya Fuarının Paris'te yapılmasına karar verilmesi üzerine Gustave Eiffel tarafından 1887-1889 yılları arasında yapılmıştır.
    Google açıp 'photos de mariage eiffel' yazın. Dünya'nın her tarafından yüzlerce, binlerce km uzak yerlerinden gelen sayısız çiftlerin Eyfel kulesi etrafında gayrı resmi evliliklerini yaparak bunu ebedileştirmek için çektikleri ya da binlerce Avro karşılığında profesyonellere çektirdikleri fotoğrafları göreceksiniz. Son yıllarda bilhassa buna en çok rağbet gösterenler de Çinliler.

    YanıtlaSil
  2. valla bunun kültü eski mısırın isis osiris ve osur osun(horus) üçlemesinde yattığıdır.vaktaki osirisin 14. parçasını ararlarken asırlar sonrası güstavın elinde kalmış son parçası olmalı.işte o kayıp organus yüzünden yepyeni bir şehir doğar.oda paris dir.binlerce turist onun her yıl kuş gibi öttüğünde tepesine çıkarak osirisi kutsarlar.(The Sacred History)http://www.markboothauthor.com/

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.