Olan biten

Ali Şükrü

"...Bir gün Ali Şükrü ile konuşuyorum. Kimse yok. O beni dinsiz diye sevmezdi, fakat namusludur, riayetsizlik etmez ve hatta bana sırrını söylerdi. Biz Lozan'da iken başına gelenleri anlattı. Aynen şöyledir:

Mustafa Kemal bir gün Keçiören'de Kılıç Ali'nin bağına gitmiş. İçmişler. Mustafa Kemal zil-zurna olmuş. Topal Osman'ın adamlarından olup maiyetinde bulunan muhafızlardan üç kişiyi çağırmış, emir vermiş: "Şimdi gideceksiniz. Nerede ise Ali Şükrü'yü bulacaksınız. Öldürüp geleceksiniz." Kılıç Ali ve diğer avane yalvarmışlar. "Sırası değil, bırak biz sonra yapalım. Böyle ap-aşikar olmaz" demişler. Yalvarmışlar. Dinletememişler. Bu üç kişi yola düşmüş, Kılıç Ali ve emsali uğraşmaktan vazgeçmemişler ve demişler ki, "Bu böyle olmaz. Şimdi bırak. Sonra biz onu gizlice öldürürüz." Nihayet Mustafa Kemal razı olmuş. Bir adam saldırmışlar, bu üç kişiyi geri götürmüşler. Cinayet kalmış, fakat, bu üçten biri Ali Şükrü'nün akrabasındanmış, akşam gizlice gelmiş, işi Ali Şükrü Bey'e anlatmış, "Tetik davran" demiş.

Ali Şükrü demek bu teşebbüsten korkmamış, çünkü şiddetle muarazada devam ediyordu. Hakikaten kabadayı bir adamlı. Hem de güçlü kuvvetli...

Dedim, "Yahu ihtiyatlı davran. Biraz şiddeti kes."

Dedi, "Bir şey yapamaz, ben ondan bunun intikamını alacağım. Bu namussuz, hırsız, puşt, pezevenkten milleti kurtaracağım. Ben onu geberteyim de görsün" dedi.

Bunları büyük bir heyecan ve şiddet içinde söylüyordu. Mizacı pek asabi ve şedid bir adamdı.

Dedim, "Aman bu sözleri iyi sakla, kimse duymasın. Böyle şeyden vazgeç. Henüz sulh etmedik, bir şer çıkmasın."^

Günler, belki haftalar geçti. Birgün Meclise girdim. Baktım bütün meb'uslar orada. Mustafa Kemal kürsüde. Bir şeyler söylüyor. Meclis'te bütün me'buslara oturacak kadar yer yoktu. Mühim celse olup da hepsi gelince bir kısmı sıralar arasındaki yollarda ayakta durup dinlerlerdi. Bu yollar tıkanmış, kürsü yakınına kadar ilerleyemedim. Ayakta durdum. Bekliyordum. Bir aralık önümde, "Ah deyyus! Seni ne vakit geberteceğim" dendiğini işittim. Usul ile başımı öne uzatıp yandan yüzüne baktım: Ali Şükrü. Yüzü kıpkırmızı, dişlerini gıcır gıcır gıcırdatıyor ama ne gıcırdama!... Sanki dişleri çene kemikleri kırılıyormuş gibi "gırt gırt" ediyor. Adale-i mufifesi öyle bir faaliyette ki, müthiş takallüslerinden avurtlarında birer yumruk  olmuşlar. Kuvvetli, adadeli adam. Zaten bu adalede çok kuvvet olur. Bunda büsbütün. Yine geriye çekildim. İçimden dedim, "Oluyor... Bu da Mustafa Kemal'i öldürmeğe karar vermiştir." Ama bu cinayete ilk başlayan ve Ali Şükrü'yü sevk eden Mustafa Kemal'dir. Ali Şükrü'nünki muhfaza-i nefs kaygısıdır. Meşrudur. Beriki kendini tenkid eden bir meb'usu öldürtmek istiyor. Halis tiranlık, halis cinayet, kelime işi...

Yine iyice arası geçti. Osmanağa Ankara'da imiş. Sokakta rastgeldim. Yüksekte Çiftegazi Mektebi yanında oturuyor. Karacaoğlan caddesinde rastgeldim. Nereye gittiğimi sordu, "Meclise" dedim. "Ben istasyona gidiyorum, beraber gidelim" dedi. "Peki" dedim. İstasyona kadar beraber yürüdük ve konuştuk. Beni severdi, itimadı vardı. Ben ed onu severdim. Meclisin önünden geçerken dedi ki, "Yahu mecliste bir çok vatan haini meb'us varmış, bunlar memleketi satıyorlarmış. Niye bana haber vermiyorsun? Meclisi bakıp hepsini keseceğim. Başka çare yok. Bu kadar emek, bu kadar kan. Memleketi kurtardık. Derken şimdi bunlar çıktı."

Baktım, kemali safiyetle, sükunetle ve ciddiyetle söylüyor. Ben ise işin dehşetinden tüylerim ürperdi. Düşün, meclis basılmış, ikinci grup doğranmış, arada diğer meb'uslardan da gitmiş. Her yer kan ve cenaze içinde, inleyen, bağıran, imdat isteyen, can çekişme hırıltıları... Ne kanlı sahne, ne facia... Cihana, Avrupa'ya karşı da ne çirkin... Tarih her gün bunun dehşetinden titreyecek... Bu adam da bunu yapar mı yapar. Müthiş hunhardır. Yapar da gözünü bile kırpmaz. Nitekim bana da adi bir şey söylüyor, bir portakal keser gibi söylüyor.

Dedim ki, "Bu hainleri sana kim haber verdi?"

Dedi, "Orasını sorma!"

"Hayır, illa söyle!" dedim ve zorlandım.

Dedi, "Gazi söyledi."

İş anlaşıldı: Mustafa Kemal ikinci gruptar bizar, çaresi de kalmamış. Topal Osman'a bunları katliam ettirecek. O, mevkide kalması için, hatta bütün milletin canına kıyar. Eşsiz bir canavardır. Merhamet ve vicdan öyle şeyler bilmez. Demek bu işi kurmuş, işin de Osman'dan münasıb ehli yoktur. Osman da vatanperverdir, hem de cahil. Zavallının vatan hislerini ele almış, onu iyice doldurmuş, kandırmış.

Dedim ki, "Ağa ben seni çok severim. Sen de bunu bilirsin. Bana itimadın var mı, beni sever misin?"

Dedi, "Vardır, seni çok severim. Sen tam bir vatanperversin. Venizelos'u bile döğdün."

Dedim, "Peki. Beni dinle. Sana babaca nasihatim var. Sen cahilsin. İşlerin içyüzünü anlamazsın. Bu lakırdılar aramızda kalacak amma, yemin et!" Yemin etti. Devam ettim. "Mecliste hain yoktur. Onlar hükümetin yolsuzluğu aleyhindeler. Biraz azgınlar amma iş böyledir. Sakın bu işi yapma! Bu çok fena, çok kanlı bir iştir. Sonra sana lanet okurlar. Yazık, bu millete bu kadar hizmet ettin, bunları mahvetme. Bu işi sakın yapma. Millet Meclisi'ni basmak pek ağır bir şeydir. Hem de sen bunu kanınla ödersin."

Dedi, "Ne diyorsun?"

Dedim, "Böyledir. Bana söz ver. Yapmayacağına yemin et!"

"Yapmam. İyi ki söyledin" deyip yemin etti.

Bu adam cahildi, hunhardı fakat iyi insandı, pek vatanperverdi. anlatınca anladı. Ben de böyle dehşetli bir faciayı izale ettim diye sevindim. Artık bitti dedim. Hatta o esnada istasyon rıhtımında beraber bir aşağı bir yukarı volta vuruyorduk. Şakalaştım. Gülüştük. O gün de istasyon pek kalabalıktı. Bir istikbal mi vardı, neydi bilmem... Bir tesadüf, bakın ne yapıyor. Çok iş tesadüfe bağlıdır. Bu tesadüfler milletin bile talihlerini değiştirirler.

İki üç gün geçti, bir gün Ali Şükrü'nün meydanda olmadığını söylediler. Kardeşi iki gün beklemiş, bakmış yok, hükümete söylemiş, Rauf'a söylemiş. Hükümet arıyormuş. Bakıyoruz, Rauf'ta bir fevkaladelik var. Hey'et-i Vekile'de soruyorum, soruyorlar, kimseye hiçbir şey söylemiyor. Herkes merakta. Ali Şükrü ne oldu? Yine bunu Rauf'a Hey'eti Vekile resmen soruyor. Hiç bir şey demiyor. Bir aralık Ali Şükrü'yü otomobille Çankaya civarında görmüşler diye bir havadis çıktı. Mustafa Kemal'in yaveri Arnavut Bozok Salih'e ras geldim. Ali Şükrü'ye dair malumat sordum. O da bunu söyledi. Ve o kadar tabii söyledi ki, adeta inandım. Hınzır kaatil... Halbuki kendisi de işde methaldardır ki, sonra anlıyoruz. Demek bu rivayeti kendileri çıkarmışlar. Bunda muhakkak bir fena şey var. Ama nedir? Anlamak mümkün değil.

O vakit ikinci grup kuvvetli olduğundan Adliye Vekili onlardan. (Kayseri Meb'usu Rıfat), hakimler, jandarma hep onlardan idi. Adliye şiddetle tahkikata koyuldu. Tahkikat derhal şunu gösterdi:

İki gün evvel Ali Şükrü akşam üzeri Karacaoğlan caddesinden hükümete giden yolda cami karşısındaki kahvede imiş. Topal'ın adamlarından ismini unuttuğum bilmem ne kaptan denilen adam gelmiş. Ali Şükrü'ye "Ağa seni istiyor" demiş. Aynı memleketli olduklarından birbirlerini tanırlarmış. Kalkmış beraber gitmişler. Ağanın evine girmişler.

Demek iş geldi, Ağa'ya dayandı. Benim de derhal Ağa ile görüştüğümüz aklıma geldi. Kendi kendime dedim, "Mutlaka Ağa Meclis'i basmayınca Mustafa Kemal onu Ali Şükrü'yü öldürmeğe ikna etti." Mes'eleyi öğrenmek için Ağa'yı aradım, yok.

Artık Rauf başka işe bakmıyor. Müddeiumumi ile, jandarmalar ile beraber çalışıyor. Adeta onlar ile beraber bir polis neferi gibi. Anlaşılıyor ki, Rauf'un bunda büyük bir maksadı var. Ta ötedenberi Mustafa Kemal'i yıkmak, yerine geçmek istiyor. Sivas'tan beri türlü hadise yapmış fakat becerememiş. Türlü fırsat zuhur etmiş, tevessül etmiş, başaramamış. İşi bize hükümet olduğumuz halde söylemiyor. Ama artık işin ne olduğunu anladık. Onca tam fırsat... Böylesi ele geçer mi?... Kaatili meydana çıkaracak, yakalayacak... Bu da müşevviki itiraf edecek. Müşevvik Mustafa Kemal'di. Malum bir şey. Ali Şükrü şiddetle onun aleyhinde çalışıyordu. Ağa'nın onu başka sebepten öldürmesine mahal yoktu. Rauf da Mustafa Kemal'i alaşağı edecek, adi bir cani gibi hapse tıkacak. Galiba bütün gayesi bu.

Kafasız Rauf bunda da aldanıyor. Mustafa kemal buna gelir mi? Bahusus böyle müthiş bir tahminden onu veya onun mukavemetinde olan birini alaşağı etmek için vakit gelmeden ansızın kuvvetle basmak lazımdır. Adliye işi günlere muhtaç. Mustafa Kemal işin seyrini görüp duracak. Türlü tedbir almak için yol, vakit bulacak. Herif zaten kalbsiz, vicdansız, hele böyle bir cinayeti örtmek onun için hayat-memat mes'elesidir. Bu bapta icabedince en büyük cinayetleri işlemeğe mecburdur. Maslahat-ı icab böyledir. Rauf farkında değil. Hatta kendi de gümleyecek. Bunu da bilmiyor.

Resmi tahkikat göstermiş ki, Ağa Mustafa Kemal'in yanında imiş. Ankara'daki evini taharri etmişler. Evi karmakarışık bulmuşlar. Kırık sandalyeler, yırtılmış minder örtüleri varmış. Civar evlerden sormuşlar, iki gün evvel bu evde müthiş savaş ve bağrışmalar olduğunu söylemişler. Demek Ali Şükrü'yü Osman öldürmüştür. Ve öldürme de kolay olmamış, savaşılmış. Nitekim Ali Şükrü'nün cenazesi bulununca avucunun birinin içinde Osmanağa'nın evindeki sandalyelerden birisinin hasırının parçası bulunmuştur. Ali Şükrü kuvvetli adamdı. Demek uğraşmış. Osman cılızdı ve topaldı. Meğerse sonradan öğrenildiğine göre sekiz on adamı ile beraber yapmış. Boynuna çadır ipi geçirip boğmuşlar. Sonra çadırın içine koyup arabaya yükleterek Çankaya tarafına götürmüş. Tahkikat bu.

Rauf bunları sır gibi hey'et-i vekileden saklıyor. ama haber alıyoruz. Bu işte merkez kumandanı kaymakam Arnavut Fuat (şimdi Teyyare Cemiyeti reisi) ile muavini yüzbaşı Rizeli Rauf da dahil . Beraber hazırlık yapmışlar. Tertip almışlar. Salih Bozok işe elebaşı. İşte bu Fuad bu hiyanetinin mükafatı olarak meb'us ve Teyyare Cemiyeti reisi olmuştur. Teyyare kasasını vurup duruyor. Bugünlerde işittim, karısı çok sarhoş imiş. Boşamış. Boşadığı karıya elli bin lira vermiş. Demek Fuad mal-i karuna batmıştır. Yaşasın Cumhuriyet! Rizeli Rauf da mebuslukta çırağ çıkarıldı. Ve Meclis'te Halit Paşa'yı vurdu. Fuad, Mustafa Kemal'inmetresi ve sonra vurdurduğu Fikriye'nin kardeşidir.

Şimdi iş tamam olmak için Ali Şükrü'nün cenazesini arıyorlar. Ve bu taharriyatı Çankaya'da Mustafa Kemal'in evi civarında yapıyorlar. Bir faal jandarma zabiti, bir müfreze jandarma ile dolaşıyor. En sıcak mevsimdi. Zabit bakmış, Çankaya'ya bir sürülmüş tarlanın bir yerinde bir çok sinek yığılmış, bir yere konuyor uçuşuyormuş. Dikkatini celbetmiş, oraya gitmiş, toprağı koklamış, leş kokuyor. Biraz eşelemiş, eline parmak dokunmuş. Epeyce açmış bir insan ayağı. Bütün açmışlar, Ali Şükrü... Demek acele ile çukuru derin kazamamışlar. Ve vücudu derince itmiş ama bir ayağı adeta dışarıda kalırcasına sadece dört beş parmak toprak ile örtülmüş imiş.

İş tamamiyle tahakkuk etti. Müddeiumumi Osman'ın tevkif emrini vermiş. Başvekil Rauf bir jandarma müfrezesi ile Çankaya'da Mustafa Kemal'in köşkünün yanındaki köşkü basıp Osman'ın tevkif edilmesi emrini vermiş. Ne gaflet... Bu Mustafa Kemal'e hareket çanının çalındığını haber vermiştir. Rauf'a haber yollayıp çağırtmış ve "Bu adamın yanında bu kadar haşarat var, bu iş bu kadar jandarma ile olmaz. Ben askerle yaparım. Yalnız tertibat almak için vakit lazım. Herifi şüphelendirmesinler. Jandarma gönderilmesin" demiş. Ona Rauf aptalı da kanmış. Jandarma işini bana bizzat Mustafa Kemal anlattı. Hakikaten Ağa'nın yanında birkaç yüz adamı vardı ki, hepsi de eşkiya idi. onları Giresun dağlarından toplamıştı. Bunlar milli harpler zamanında harpler de görmüşlerdi. Keza bunlardan iki yüz kişi kadar da Ağa Mustafa Kemal'e vermişti. Bir kaç senedir Mustafa Kemal'i bunlar muhafaza ediyorlardı. Yani bunlar onun muhafız taburu idiler. Bu iki adamın ikisi müşterek, malum. Bir müfreze jandarma ile üzerlerine gidilir mi? Mustafa Kemal'e de sır vermeden üç dört tabur asker yollasana...

O vakit Ağa'nın yanında bulunan birinden çok sonra ettiğim tahkikata göre, o günlerde Ağa çok korkmuş, çok telaş etmiş. Mustafa Kemal teselli vermiş. Geceleri Mustafa Kemal'in yanında geçirirmiş. Demek Ağa cinayeti yapar yapmaz cenazeyi en emin yer olarak Mustafa Kemal'in köşkünün yanına gömmüş. Kendi de oraya sığınmış.

Vaziyet bu halde idi. Ne olacak kimse bilmiyor. Dehşetli vak'aya muntazır olmak icabettiğini görüyorum. Bakalım ne olacak? Akşam İsmet'le Hariciye Vekaleti'nde yemek yedik. O da pek düşünceli. Fakat bana bu hususta hiç bir şey söylemiyor. Ya bilmiyor, ya biliyor. Fakat bilse gerek. Bir aralık İsmet dedi ki, "Gazi çok düşünceli. Gideyim, biraz teselli edeyim. Sen beni bekle." Çünkü yanında daima otomobili ile gidiyoruz. Başka vasıtam yok. Gitti. Saatler geçti. Gece yarısı oldu ve geçti. İsmet yok. Şüphelendim, acaba Osman vaziyetini görüp adamlarıyla bir şey mi yaptı "Bu adam beni bu belaya soktu, şimdi de teslim edecek. Şunu öldüreyim mi" deyip Çankaya'yı mı bastı? Henüz sulh olmamış. Alt üst olacağız. Sulh de belki gidecek. Avrupalılar bizi böyle anarşi içinde görürlerse onlarda sulh fikirleri kat'i ise bile istifade için derhal vazgeçerler. Sabırsızlandım.

Bu düşüncelerle iken telefonla beni Çankaya'ya istediler. Otomobil yolladılar. Doğrusu gitmeğe korktum. Ateş içine gireceğim. Bedava harcanmak var. Çünkü mantıkan böyledir. Osman'ın yerinde ben olsam derhal basar Mustafa Kemal'i keserdim. Hiç olmazsa intikam alırdım. Sonra da çeker Rauf'u filan keserdim. O vakit vaziyete hakim olup sonra da dağa çıkardım.

Osman bunu en son dakikada etrafı Mustafa Kemal'in adamı İsmail Hakkı'nın taburu ile abluka edilince anlamış. Döğünmüş. Niçin böyle yaptığına yakınmış. Bunu o vakit yanında bulunan birisinden işittim. Fakat iş işten geçmiş idi. Zavallı cahili Mustafa Kemal ele vermeyeceğine yemin etmiş. Sonra da bizzat kendisi kıydı.

Doğrusu korktum ama gitmekten de kendimi men'edemedim. Belki hadiselerin önüne geçmek, bu suretle hizmet etmek mümkün olur dedim. Otomobile bindim, gittim.

Manzara şu: Mustafa Kemal büyük salonda kanepede oturuyor. Rüku derecesinde önüne eğilmiş. Yüzü hiç mübalağasız tamam sarı toprak gibi. Ne kımıldadı, ne bir şey dedi. Elimden tuttu, karşısına oturttu. Baktım, İsmet de karşısında oturuyor. Tayyareci Fuat ise sonra Dahiliye Vekili olan Recep de ayakta. Bunlar da sapsarı ve hiçbir hareketsiz. Sanki .....müzehanesindeki bal mumundan yapılmış iki heykeldirler. Sade hepsinin bilhassa bu iki heykelin gözlerinde benden imdat uman bir bakış var. Boyunları bükük bakıyor. Bu Recep de, Fuad da cinayete şeriktir.

Bir çok zaman put gibi durduk. Neden sonra Mustafa Kemal bana, "Ne yapacağız?" dedi. "Bilmem Paşa" dedim. "Bu işi temizlemek lazımdır" dedi. Dedim ki, "Bu adam buraya hücum edip size bir şey yapmasın. Evvela bunu düşünün, bence bir an bile durmayın. Ankara'ya inin." Dedi ki, "Osman sakindir. Ben onu oyaladım. Ele vermeyeceğimi va'adettim. Emindir. Yarım saat evvel yine burada idi. Yapmaz." "Her halde ihtiyat hazımdır" dedim. "Osman kolay, ama Meclis'te ne yapacağız?" dedi.

Vak'a tamamiyle anlaşıldı: Nasıl olsa Topal ele geçecek, Mustafa Kemal'in cinayeti meydana çıkacak. Cinayeti örtmek için yeni bir cinayet lazımdır. Topal'ı öldürecek. Zaten adliyeye teslimi gibi bir bahane var. "Teslim olmadı, silah istimal etti. Mukabele edildi. Meyyiten istihsal olundu" diyecek. Tahkikat da onun ölüsünde duracak. İçimden, "Müthiş! Bu ne canavar hırsızdır, eve girmiş ev sahibi duyunca ev sahibini öldürmüş. onu öldürünce evi yakmış. Cinayeti cinayet ile örtüyor."

Dedim ki, "Henüz sulh olmadı. Bu Meclis ile hükümet zayıftır. Bu Meclis bu işi parmağına dolayacak. Müthiş şeyler olacak. Bu da harice te'sir erecek. Anarji manzarası verecek. Bu meclis ile hükümet hatta sıfır demektir. Böyle hükümetle sulh yapılmaz. Bu meclisi feshetmek lazımdır." Baktım hepsi memnun oldular. Ama ben ne düşünüyorum. Onlar ise kendi cinayetlerinin setri için istiyorlar. Recep dile geldi: "Doktor, büyük kararlar recülüdür." Bu Recep mutlaka cinayetten, teferruatından ve esasından haberdar ve onda müşterek idi.

Benim haberim yok. Söylemedi. Sade, "Osman kolay" dedi idi. Meğerse Mustafa Kemal zaten tedbirini almış imiş. Biz İsmet'le döndük, gittik. Erkan-ı Harbiye'de yattık. Sabaha karşı bir yaylım ateşi gürültüsü ile uyandım. Şafak sökmek üzere idi. Yani bizim Çankaya'dan hareketimizden üç saat falan sonra idi. Yataktan fırladım. Yanımdaki odada yatan İsmet'in odasına girdim. Baktım, pencereyi açmış bakıyor. "Nedir?" diye sordum. Sadece "işte akşamki iş. Müsademe." dedi. Anlaşıldı. Giyindik, indik. Haber: "Osman'a teslim ol demişler. Osman olmamış, silaha davranmış. Müsademe olmuş. Osman maktul olarak elde edilmiş." Bu kadar. Mustafa Kemal gece bizden sonra Ankara'ya inmiş. sabaha yakın da müsademe olmuş. O vakit Başvekil Rauf istasyon binasında oturuyordu. Mustafa Kemal Rauf'un evine inmiş. Bunun sebebi de Rauf'u göz hapsine almak, bir şey yapmasına imkan bırakmamaktır.

Sonar Mustafa Kemal'e sordum. Anlattı: "Planı çizdim. İsmail Hakkı'ya (Muhafız Bölüğü Kuvvet Kumandanı, binbaşı) verdim. Sabaha kadar plan mucibince mevkileri tuttu. Ben de daha evvel yanımdaki muhafızlardan Osman'ın adamlarını iki kısım ettim. Ankara üzerine eşkiya hücumu var diye birini Çankırı yoluna, diğerini Çubuk istikametine süratle sevkettim. Ben de Ankara'ya geldim. osman, İsmail Hakkı'nın teslim teklifine silahla mukabele etmiş. Müsademe olmuş. Vurulmuş." Bu Mustafa Kema'in rivayeti.

Sonraki benim tahkikatıma göre -ki orda bulunan birinden yapılmıştır- müsademe olmamış. Yaylım ateşleri mahsus yapılmış. Yapılmış ki, herkes müsademe oldu zannetsin. Osman ilk hamlede teslim olmuş. İsmail Hakkı Ali Şükrü vak'asanıda Osman'a yardım eden sekiz adamıyla Osman'ı almış götürmüş. dokuzunu da tabanca ile öldürmüş.

Sonra Latife'nin bana söylediğine göre Osman Mustafa Kemal'in evine kurşun atmıştır. Hatta dolapta hanımın elbiseleri kurşunla delinmiştir. İşte bu suretle mes'ele bitmiştir. Kaptan adliyece tevkif edilmiştir. Mevkuf olmasaydı orda bulunacaktı. O da şüphesiz imha edilecekti.

Mustafa Kemal Osman'ı canlı olarak adliyeye teslim edemediydi. Şimdi ölüsünü Müddeiumumiye teslim etti. Hem de kendisine bundan bir şeref çıkardı. Siz bunu yapamazdınız. İşte ben size yapıverdim. Caniyi böyle yakalarlar!" Halbuki o Millet Meclisi Reisidir. Jandarma Kumandanı mı? Nesine lazım? Bir de Mustafa Kemal'in bu noktada mes'uliyeti vardır. Vazifesi olmadığı halde kaatil takip ediyor, müsademe yapıyor, insan öldürüyor, fakat nerde hakiki hükümet?

Kaptanı el altından tatmin ettiler. Bir şey söylettirmediler. Ve bir kaç gün sonra da Mustafa Kemal kaptanı hapishaneden çıkardı. Kaptan İzmir'e gitti. Bilmem orada harcandı mı? Meclis feshedilince adliye vekilini, müddeiumumiyi, hakimleri, jandarma abitlerini, bütün azil ve perişan etti.

İşte Rauf'un bir iktidarsızlığı daha. Yapamıyacaksın, bari başlama. Hem beceremez, hem işe girişir. Madem ki yapacaksın, şöyle yap: Bir iki tabur al. Git. Evvela bir bahane ile İsmail Hakkı'yı ve zabitleri tut. Sonra gider Osman'ı basarsın. Mustafa Kemal'i yakalarsın.

Meclis'te meb'us eski valilerden Arnavut Haydar bir takrir ile Osman'ın asılmasını teklif etti. Bu teklif kabul edildi. Osman'ın cenazesini mezardan çıkardılar ve astılar. Çirkin bir şey idi. Vaktiyle Giresun'da mutasarrıflık eden ve el'an Diyarbakır valisi olan Nizameddin ile Ağa'nın arası pek iyi idi. Nizameddin onun sırlarını bilirdi. Vefalı adamdı. Ağa'nın cenazesini memleketinde gömmek için istemiş, vermemişler. Bana müracaat etti. O günü Ağa'nın karısı da "Kocamın cenazesini olsun buraya yollayın" diye bana telgraf çekti. Rauf'a dedim ki, "Artık bu kadar olmaz. Ölmüş, her şey olmuş bitmiş. Cenazesini verin." O, "Vermeli" dedi. Cenazeyi aldırttım. Nizamettin alıp Giresun'a getirdi. Zavallı Ağa şu vatana üç dört yıldır bence büyük hizmetler etmiş, kellesi koltuğunda çalışmıştır. Çok ve müthiş hunhar idi. Ama kestiği adamlar da yani, Rumlar da Samsun havalisinde Türkleri müthiş katliam etmişlerdi. Hem pe türkçü, vatanperver, gayretli ve müslüman idi. Yine vatan yolunda zannederek, fakat bir haris şeririn bu tarzda iğfalatına kapılarak Ali Şükrü'yü boğdu. Bu suretle kendi kellesini de verdi. Su testisi akibet su yolunad kırılır. Ama zavallı derdi, ümmi ve cahildi fakat aklıselimi galip bir adamdı. "Ben çok iş ettim. Ben kurtulur muyum sanırsınız? Vatana hizmet ettim ama bir gün beni harcarlar." Sanki kerameti vardı. Dediği oldu. Cehline kurban gitti. Burda ahlaki mühim bir ders de var. Şu adam vatana pek çok hizmet etmişti. Pontus isyanını, Koçgiri isyanını o bastırmış. Giresun dağlarında topladığı eşkiyalardan bir kaç alay teşkil edip, Yunanlılara karşı olan harplere iştirak etmişti. Mustafa Kemal'e şahsi hizmeti de gayet büyüktür. Onun hayatını yıllardan beri Osman'ın adamları muhafaza ediyodu. Mustafa Kemal'in Ağa'ya minnettar olması lazımdı. Sonra zavallıya hem cinayet yaptırdı, hem de kendi cinayetini örtmek için Osman'ı kendi eli ile öldürttü. Hem de yanına sekiz kurban daha arkadaş etti.

Hala Osman'a acırım. Birgün Maliye Vekili Ferid'in odasında beş altı vekilin yanında "Ben cahilim fakat Türk'üm, müslümanım. Bu iki gayretle iyi yapıyorum diye yapıyorum. Yanlışsa doğrusunu gösterin öyle yapayım" demişti. Bu faciayı, Osman'ı hatırladıkça hep bu sözleri kulağımda çınlar. O yeni bir Köroğlu'dur. Menkıbelerini bir hikaye veya gülgülü opera halinde yazmak isdedim. Hala elim değip yazamadım.

Ziya Hurşit ve daha bazı meb'uslar Ali Şükrü'ye büyük bir cenaze alayı yaptılar ve cenazesini alıp Trabzon'a getirdiler. Yollarda Mustafa Kemal'in cinayeti diye teşhir ettiler.

Ali Şükrü'ye de Ağa'ya da Allah rahmet etsin. İkisine de yazık oldu. Asıl kaatil ve şerir ise hala yaşıyor. Hem de büyük zevk ve safalar içinde.

Mustafa Kemal koca nutunda bu vak'aya bir kelimelik bile yer vermemiştir. Bu müthiş vak'a unutulur mu? İşte ben bütün tafsilatiyle tarihe mal ediyorum. Daha işin başka cihetlerini bilenler yazsınlar."


Rıza Nur
Hayat ve Hatıratım Cilt 3 S. 1171

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.