Mevhibe İnönü
"...Ancak İsmet'in hareminden müşkilatımız var. Bir odada dördümüz yemek yiyoruz. Yemeğe terlikle geliyor. Hepsi iki kat elbisesi var. Herbiri üçer beşer lira kıymetinden adi basmalar. Saçlarını intizama koymuyor. Yemek yemesini de bilmiyor. Çatal tutamıyor. Garsonlardan utanıyorum. Haremime söylüyorum, o öğretmek istiyor, öğrenmeği de kabul etmiyor. Fujeralas'ın karısına da layıkı veçhile muamele edemiyoruz. Kadın salona geliyor, İsmet'in haremi Mevhibe Hanım çorapsız ve ökçesine basılmış terlik ile yanına çıkıyor. Kocasının ve kendisinin çamaşırların, çamaşırcıya vermiyor. Kendi odasında yıkıyor. odaya ip gerip kurutuyor. Bari şunu alemden saklamağı düşünce... Onu da yapmıyor. Fena bir şey olduğunun farkında değil. Yatak düzeltmeğe gelen hizmetçileri odaya sokmasa... Onu bile düşünecek seviyede değil. ismet'in ve kendisinin çamaşırları da bezden, pazenden dikilmiş, adi, kaba şeyler. Nihayet İsmet'e tembih edip önünü almasını seylemeğe mecbur oldum. Kendisine bir kaç kat elbise alındı, fakat giymesini bilmiyor. Hele bir türlü şapka giydiremedik. Ağladı. Zavallıya acıdım da...
Güzelce bir kadın. Saf, pak bir insan. Dünya görmemiş. Sade bir okuyup yazıyor, fakat tahsil görmemiş. Bihaber. Gayet müslüman. Beş vakit namazını kılıyor. Pek namuslu bir hanım. Bunlar tabi onun için meziyet...
Bir kelime Fransızca bilmiyor. Misafirlerle konuşamıyor. Erkek içine çıkamıyor. Sıkılıyor ve sosyeteye girince üstüne baygınlık gelip bayılıyor. Bir defa Fujeralas bizi Greuyere peynirinin yapıldığı yerde bu adlardaki şatoya götürdü. Bir yerde yemek yedik. Başkalarını davet etmişti. Kadın ve erkek vardı. Mevhibe sofrada bayıldı. Böyle salonda ve yemekte insanlar içinde bayıldığı çoktur.
Görülüyor ki, bu aile pek fakirdir. Yüksek bir aile terbiyesi, tavırları yok. İsmet'in donu paçası düğmeli, pazen dondur. Hanımı mücevherat olarak leblebi kadar top altından bir küpesi, İsmet'in yüz görümlüğü olarak verdiği ufak kırık dökük Felemenk taşlarından elli altmış kağıt lira kıymetinde iki küreli bir yüzük ile Konya'da altından yaphılan Mevlevi küllahı bir yüzüğü var. Hepsi bu. Küreli yüzüğü haremime hediye etmiş, o da ona altın kemer ve bilezik vermiş. Mevhibe'nin yüzügü el'an bizdedir. Arasıra haremimin elmasları arasında görürüm. Bu vesika, bu fakirlik numunesine hayretle ve ibretle bakarım. Çünkü diyorlar ki, Mevhibe'nin mücevheratı müthiş imiş. Büyük pırlanta tek taş küpeleri kulakları çekmiyormuş. Lozan'da bu kadar fakir olan insanlar, sonra iki üç yıl içinde bu mühim servetleri nereden toplamışlardır?
Bu sefer Hüseyin'in haremi de Lozan'da. Önce anlamadık. Ehemmiyet vermedikti. Meğerse Robert Kolej'de tahsil etmiş, terbiyeli bir hanım imiş. Son zamanlada hanımlar onunla sıkı temasta bulundular. O da tabi Mevhibe'nin iptidailiğini benimkinin deliliğini ve ikisinin de cim karnından bir nokta olduklarını görmekte idi.
Bu kadar söyleme, yine Mevhibe herkesin içinde kanepenin üstüne bağdaş kurup oturmuş.
Birgün Fujeralas'ın karısı Mevhibe ile benimkini evine davet etmiş. Onların kocasının yazıhanesine bırakmış. İşi varmış, aşağıya inmiş. Mevhibe yazıhanenin çekmecelerini birer biren çekip karıştırmağa başlamış. Haremim, "Aman, kapat, geliyor" demiş. Mevhibe, "Gelirse ne zararı var?" demiş. Derken Madam gelmiş. "Oooo! Madam ismet Paşa ne arıyor?" diye bağırmış. Bu, malum müthiş bir terbiyesizliktir. Kadın tabi hanımın böyle işleri çok. Mesela, bir gün bizimkiler Romanya delegesi ve Paris sefiri Diamandi'nin kızına, Fujeralas'ın karısına, daha bir iki madama çay ziyafeti vermişler. Madamlar salona gelmiş. Bizim karı herkese çay veriyormuş. Mevhibe de mahut terliğiyle gelmiş. Bizimki birşey diyememiş. Herkese çay verirken, "Mevhibe hanım fotin giy" dermiş. Madamlar bunu kendilerine Türkçe kompliman zannedip, "mersi" derlermiş. Hüseyin'in karısı Mühre'yi öyle bir gülme tutmuş ki, kendini zaptedemeyecek hale gelmiş. Salondan çıkıp öyle gülmüş. Bir gün de Fuveralas'ın evinde başındaki takma saçı çıkarmış, puşisini eline almış, bizimkine, "Düzeltiver" demiş. Bu da herkesin içinde olmuş.
Hiç yorum yok: