Olan biten

Dünün gastesi


Başbakan'ın "on the record" sözlerini sır eyleyip çılgın bi gasteci cinliği fikirdeten Hıncal Uluç açıklamadı biz açıklıyoruz: Başbakan'ın kafasındaki proje hayata geçirildiğinde, İstanbul'a ayakkabıyla girmek yasak olacak. Detayları sır gibi saklanan projeyeyle, gişelerin orda pabuçların çıkarılması ve pofuduk terlik giyilmesi mecburiyeti getiriliyor. Şehrin üstüne bi kat çıkıldıktan sonra Kadir Topbaş'a "İstanbul Metropoliti" ünvanı verilmesi, projede öngörülen bir başka husus.

Sabah yazarı Hıncal Uluç'un Başbakan Tayyip Erdoğan'la yaptığı esrarengiz telefon görüşmesi, İncinmedia'nın teknik takibine takıldı. Konuşmanın taraflarından birinin "y" harfini ikizlettirerek ve genizden telaffuz etmesinden, diğerinin de sözlerinin arasına olur olmaz hıçkırıklı kahkahalar serpiştirmesinden olaya zamanında uyanmamız mümkün oldu ve derhal teyakkuza geçtik. İşte Uluç-Erdoğan görüşmesinin satırbaşları:


- Hıncal Uluç, bundan böyle basketbolculara verilecek prim konusunda tek kelime etmeyecek, önceki sözlerini yayınlayan televizyonlara ve gazetelere noter kanalıyla tekzip gönderecek.


- Tahminlerin aksine vize uygulaması yok. Onun yerine üst kata çıkacaklarda "beyaz" ve "türk" olma şartı aranıyor.

- Bu sefer iş baştan sıkı tutulup dikey göçe izin verilmeyecek. Kavruk bünyelerin, "Birine bakıp çıkcam abi" şeklindeki mazeretleri hiç bir şekilde dikkate alınmayacak.


- Üst şehirde ikamet koşullarını taşıyanların başları, arş-ı alaya yakın gelecek. Projenin mimari şartları arasında bu da var.

Not: Uluç'un, hali hazırdaki patronu, Başbakan'ın damadı Berat Albayrak'ın babası Sadık Albayrak ile 2000'li yılların başında giriştiği kalem düellosuna ve Uluç'un islami kesimlerle arasındaki mesafenin ortadan kalkışının kısa hikayesine göz atmak için tıklayınız
Hıncal Uluç'un köşesinde yayınladığı yazıya erişmek için başlığa tıklayınız.



22 yıl önce, Özal'a suikast girişiminde bulunulan ANAP kongresinde korumaların ateş ederek dinleyici sıralarında oturan bir kadını 11 yerinden vurduğu ortaya çıktı. Suikastçi Kartal Demirağ'ı vurmak için silahlarını ateşleyen korumaların, partinin neferlerini hiç tereddüt etmeden gözden çıkardığına dair bilgiler Güneri Civaoğlu'nun dünkü köşe yazısında yer aldı. Civaoğlu yazısında Oktay Ekşi'yle birlikte kurşun sağanağı altında kalanlardan biri olduğunu ve arkasındaki bir kadının 11 yerinden vurulduğunu açıkladı.

Civaoğlu, Özal'ın gösterdiği cesareti hayranlıkla överken, sadece cinsiyetiyle andığı ve 11 kurşun yediğine tanıklık ettiği izleyiciden ise yağmurda yanlışlıkla ıslanmış birinden sözeder gibi bahsediyor.


Civaoğlu yazısında şöyle diyor: "Kartal Demirağ, Oktay Ekşi ile benim bulunduğumuz tribüne doğru yerde yuvarlanıyordu. O nedenle bizim üstümüze Özal'ın korumaları kurşun yağdırdılar. Tam arkamdaki bir hanıma 11 kurşun isabet etmişti."


Demirağ'ın yakalanmasından sonra devam ettiği konuşmasında Özal'ın sesini, "inançlı ve meydan okuyan bir ton" şeklinde hatırlayan Civaoğlu, "Allahın verdiği canı sadece Allah alır" şeklindeki sözleri ise "Özal'a en saygı  duyduğum andı" diye anıyor.


Civaoğlu'nun yazısında, 11 kurşunun hedefi "hanım"la alakalı ise Numune Hastanesi'ne kaldırılmış olması dışında bir detay yok.


Olaylı kongreden haberlere yer veren 19 Haziran 1988 tarihli gazetelerde de, saldırıdan sonra korumaların etrafa rastgele ateş açtığı ve aralarında kabine üyesi İmren Aykut'un da yer aldığı 18 kişiyi yaraladığı gibi detaylara karşın, 11 yerinden vurulmuş bir kadından bahsedildiğine rastlanmıyor.


Bu arada, Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısında Kartal Demirağ'ın abartıldığıyla ilgili görüşlerini desteklemek için Mehmet Ağar'dan naklettiği "Şöhret olmak isteyen biri, zaten kullandığı silah da derme çatma bir şeydi" şeklindeki görüşün tam aksine, Civaoğlu suikastçiyi "çok iyi yetiştirilmiş bir keskin nişancı" olarak tanımlıyor. Civaoğlu'nun bu kanaati, olayın bir başka tanığı Star Gazetesi Yazarı Aziz Üstel'in dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'a (nedense o "Abbas" demiş) referans veren sözleriyle de destekleniyor. Abas Üstel'e, “bu adam çok iyi eğitilmiş. Özel harekatçı kesinlikle!” demiş.

Güneri Civaoğlu'nun Milliyet'teki yazısına erişmek için başlığa tıklayın




Ameliyat sırasında patlayan "Türk doktor"un yumruğu Alman meslektaşının çenesine isabet etti!


Hürriyet'le birlikte bir çok gazetede aynı anda yer bulan haberde, doktorun canlı bomba olmasından şüphelenilerek önce soyadının baş harfinin kullanılmasına böylece kimliğinin gizlenmesine karar verildiği anlaşılıyor. Korkulacak bir durumun olmadığı, meselenin basit bir burun ameliyatı sırasında iki meslektaşın tartışmasından ibaret olduğu anlaşıldıktan sonra ise haberin takip eden paragraflarında isim sansürlemesine son veriliyor. Burun cerrahı Hakan Baysal, konuyla ilgili olarak, "Benim yerimde hangi doktor olursa olsun yanlış uygulamalara sinirlenirdi. Gazeteciler Türk oluşuma neden takılmışlar anlayamadım" diye konuşmuş.

Haberin Hürriyet'teki haline erişmek için başlığa tıklayın




MİT eski Diyarbakır Bölge Sorumlusu, "açılım", "ateşkes" ve İmralı'nın inisiyatifi konularında Milliyet'ten Serpil Çevikçan'a konuştu. Cevat Öneş, Öcalan'la yürütülen temaslarda iki tarafın birbirini kullandığı görüntüsüyle ilgili olarak, "Kullanma tabirini kullanmam. Onun yerine ‘çözüm için işbirliği yapma’ derim ve ‘talepleri ortak noktada bütünleştirme’ derim." dedi. Aslolanın temasların içeriği olduğunu söyleyen Öneş, bir tarafın "müzakere", diğer tarafın görüşme demesine takılmamak gerektiği görüşünde.


1989-1991 yılları arasında Diyarbakır Bölge Başkanlığı yapan Öneş, Milliyetin gedikli haber kaynaklarından. Öneş, Sönmez Köksal’ın MİT Müsteşarlığı’na gelmesinin ardından İstihbarat Başkanı oldu. 2000’de İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı’na terfi etti. 2005 yılında da emekliye ayrıldı. Öneş'in adı, Deniz Ülke Arıboğan, Musa Serdar Çelebi, Murat Belge, Ümit Fırat, Halit Yalçın, Muhsin Kızılkaya, emekli büyükelçi Özden Sanberk, Altan Tan gibi isimlerle birlikte diyalog kanallarının oluşturulmasında etkin rol alan çevre içinde anılıyor.

Çevikçan'ın haberine erişmek için başlığa tıklayın



Hükümet kamuya açık alanda tuz tüketimini sınırlandıran bir yasa tasarısı üzerinde çalışıyor. Önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu'nda imzaya açılması beklenen tasarı taslağı, tastamam tuzdan arındırılmış yaşam alanları oluşturmayı hedefliyor. Tasarı yasalaşırsa, tuz, tıbben zorunlu haller dışında kullanılamayacak ve reçeteyle satılacak.


Uygulamanın ilk aşamasında lokanta ve yemekhanelerde tuzluk bulundurulan masalar tuvalete yakın yerlere koyulacak, tuz paketlerinin üzerine "Bakanlar Kurulu kararıyla sağlığa zararlıdır" ibaresi yazılacak. Tasarıyla ayrıca fırınlarda ekmek imalatı da yeni bir rejime bağlanıyor. Tuz katkılı ekmeğin yüksek oranlarda vergilendirilmesi yoluyla tuzsuz ekmeğin özendirilmesi, düşünülen tedbirler arasında.


Öte yandan Rixos Sungate Otel'de düzenlenen bir törenle Sağlık Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında konuyla ilgili bir protokol imzalandı. Protokole göre, tuzsuz yaşam alanlarını metheden okul şarkılarının bestelenmesi için derhal yarışmalar açılacak ve dereceye giren eserler, izci kıyafeti giymiş çocuklardan oluşan 20 kişilik bir koro tarafından korsan gösteriler halinde sokaklarda seslendirilecek.

Habere erişmek için başlığa tıklayın

İlim irfan

Burada durup biraz mahrem dünyanın teşekkül biçimini anlamaya çalışalım. Zor bir iş, gün ışığındaki ipuçlarından arka planın illiyet bağlarına ulaşma, karanlığı el yordamıyla yoklama yaklaşımı. Yine de çok gerekli bir çaba. Toplumların mahremiyetine doğru inildiğinde dedikodunun iki temel konusunu hatırlamak faydalı olabilir. Birincisi, dürüst bilinen insanların hırsızlığı, yolsuzluğu hikâyeleri. İkincisi ise toplumun meşru kabul ettiği kadın-erkek ilişkilerinin ötesine geçen anlatılar. Bu iki konunun dışında kalan hiçbir tema bunlar kadar dinleyici çekemez. Bu tür anlatımları dinlenir kılan, anlatıcıyı şevklendiren zıtlıklar mıdır? Onu öyle biliyorsunuz ama gerçek tam tersi, demenin motivasyon kaynağı nedir?

Bostancı'nın Zaman Gazetesi'ndeki yazısına erişmek için başlığa tıklayın

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.