Olan biten

Muhabirini arayan haber...

Geçen ayın 22'sinde beni Fethullah Gülen aradı. Konuştuk. "Yargıtay dosyalarına ben bakıyorum" dedi. "Ama yazma" diye ilave etti. Israr etmeyin yazmam. Söz verdim; demeye kalmadı, haberi kendileri sızdırmış.

Şimdi bir miktar dikkatinizi çelmeyi başarabildim mi? Öyleyse, buyurun bakalım, antrenmanda sakatlanan forvet oyuncusunun inşallahın izniyle puan veya puanlar almaya geldiği maçın kale arkasına...

Bülent Arınç’ın yaptığı gibi özgül ağırlığını tartıya koyması gerekseydi, Mehmet Ali Şahin’in hiç de geriye düşmeyeceğini görürdük. En azından Adalet Bakanlığı da yapmış olması dolayısıyla kendi kefesine fazladan bir kaç gram ilave edebilecek durumda. Dikkatli hafızalar onu Danıştay saldırısını takip eden dakikalar içinde, -ki, o esnada devlet bakanı ve hükümet sözcüsü sıfatını taşıyordu- “Durun bakalım, bunun altından öyle şeyler çıkacak ki, küçük dilinizi yutacaksınız” demeciyle not etti. Ardından gelen her şey bu kehaneti doğruladı. Suikasti takip eden gelişmeler öyle bir genişlemeyle gelişti ki, 5 yılı aşkın bir süre sonra bile fotoğrafın tamamını gördüğümüzü söyleyebilecek durumda değiliz.

Şahin’in cemaat – hükümet düellosunda da bir öne çıkma hali sergilediğine tanık oluyoruz. Yargıtay’daki bir davaya ilişkin dosyanın Pensilvanya’ya “temyiz” edildiği şeklindeki konservelenmiş ihbar, sahnedeki uğultuyu şalter inmiş gibi bir an için kesintiye uğrattı. Bir hükümet mensubunun, hem de 11 yıldır kesintisiz biçimde iktidarda bulunan bir hükümetin mensubunun, konuşmak için sesine daha muktedir bir iktidara muhalefet eder tarzda bir tonlama seçmesi, anlaşılan Kılıçdaroğlu’nun kulağını benimki kadar tırmalamıyor.

İddia, bir gün sonra, yani yılın son günü içinde Yargıtay’dan yankı buldu. Yüksek mahkemeden yapılan açıklamada “belge varsa gereğini yapalım” dendi. Şahin bu diyaloğa yeni bir replik ilave etmeyi en azından şu ana kadar tercih etmemiş gözüküyor.

Oysa, Pensilvanya’nın bir temyiz makamı olduğunu farketmek için Fethullah Gülen’in 22 Aralık tarihli sohbet kaydını sabredip sonuna kadar dinlemek yeterli olacaktı. Şayet kulakların bağışıklığa erdiğini, talibanın artık dersten kaytarmaya başladığını düşünmeyeceksek, belki affedilebilir değil ama, anlaşılabilir bir dikkatsizlik bu. Çünkü albümün çıkış parçası, yani şu meşhur beddua, bir sonraki hafta idrak edilecek sohbetin konusuydu. Her ne kadar “beddua”nın tınısını haber veren terennümler de içeriyor olsa, “Biz burada kendi hukukumuzla ve kendi hukukçularımızla oturduk karar verdik” mealindeki sözleri, biraz o çıkış parçasının gölgesinde kalıyor ve pırıltısını kaybediyor.

Fethullah Gülen o sohbet kaydında aynen şunları söylüyor: (Konuşmanın, aynı sayfada yer alan deşifresinden aktarıyorum) “…Buraya da geldi 300 sayfalık iddianame. “Bakarken, sağa bakman gerekirken sen sola bakmışsın, niye sola baktın?!. Efendim öne bakman lazım gelirken bazen dönüp arkaya da bakmışsın?!.” falan. Buradaki savcı, New Jersey’in başsavcısı, hezeyan sayılabilecek bu iddianamenin değişik paragrafları, maddeleri hakkında, meseleyi o kadar çok komik bulmuştu ki, hakkâniyetli davranmıştı. Falanın filanın bu mevzuda yardımı ile değil, hiç tanımadığımız, etmediğimiz bir insan, vicdanın sesini ve soluğunu dinleyerek burada, meseleleri yerinde değerlendirmiş ve ona göre bir rapor göndermiş, oradaki insaflı hâkimler de ona göre karar vermişti…”

Bu arada, şu beddua konusunda Fethullah Gülen’in gayet tutarlı bir mantık takip ettiğini kabul etmek lazım. Zaten, albümün “beddua”yı takip eden parçasında bu konuda bir parantezlik açıklaması var. Gülen, rakiplerine açıkça andığı bir şart dairesinde beddua ediyor. Yani, beddua, “eğer”li, “şayet”li bir cümleyle belirttiği şartların meydana gelmiş olması halinde edilmiş sayılacaktır ki, kimse, bu şartları taşıdığını kabul etmeksizin bedduaya hedef oluşturduğunu düşünemez. Şartların kendi durumunu tasvir ettiğini düşünen mücrimlerin ise bırakalım bedduayı, kabullendiği cürümlerden, düpedüz özel yetkili savcılarca soruşturulması, özel güvenlik mahkemelerinde de yargılanması lazım.

Ayrıca Gülen, kendisini ve talebelerini de aynı şartla bağlayarak bir tür öz-ilenç retoriği icadediyor. İcadın etkileyici bir teatrallikle sergilendiğini de kabul etmek lazım. Bu sahnedeki samimiyete, ilenmenin nasıl içinin derinliklerinden kaynayarak çığlıklar halinde taştığını görmeyenler ancak burun kıvırabilir. Bir bakıma Gülen, takipçilerinin ona ve onun duasına atfettiği sıradışılığın sağlamasını yapmak isteyenlere fırsat tanımakta ve bunun prestijine getirmesi muhtemel riskleri göze almaktadır. Üstelik, bu meşhur olan kayıtta, aynı şartlar dairesinde kendi cenahına daha önce ettiği bedduayı da peşinen tekrarlıyor. Yani öz-ilenci mükerrerdir. “Vay hocamız bize beddua etti” diye ağlamak, biraz mücrimin cürmünü itirafı gibi oluyor yani…


Not: Sözü edilen sohbet videosu şuracıkta. Şahsen, Fethullah Gülen’in sohbet konuşmalarını son derece ilginç bulduğumu açıkça söylemek isterim. Benim kadar meraklı olmayanların ilgili kısma gelmek için 19. dakikaya kadar atlamaları gerekecek. Bu durumda, Gülen’in devlet tarafından maruz kaldığı kötü muameleleri -başbakanı kastederek kuşkusuz- “bazıları”nın şikayet ettikleriyle karşılaştırdığı ve “onda biri bile değil” dediği kısım da atlanmış olacaktır.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.